Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Bir Gun Tek Başına,Vedat Türkali

Merdivenden indi, uzaklaştı istasyondan, yanlarındaki sokaklardan birine saptı. Çiseleyen yağmur altında vıcık vıcık çamurlu sokaklarda yürümeye başladı. Gelen giden, koşuşan bir kalabalık çıkıveriyordu insanın karşısına, hem de hiç umulmayan izbe sokaklarda. Gecekondu mahalleleri başlamıştı. Kimi evlerden radyo sesleri geliyor, gülüşmeler, bağırıp çağırmalar duyuluyordu. Yanık bir ninni sesi duydu birden. Güzel sesli, genç bir kadın, Doğuluya çalan ağzı ile tatlı bir ninni tutturmuştu. Arsaya açılan bir sokağın ucunda bir fabrikanın geceye yüklenmiş koskoca karaltısı çıkıvermişti önüne. Yürüdü sokağın ucuna kadar, başka fabrikalar da vardı ilerde. Dumanlı bacaları, ıslak gecede kırpışan ışıklarıyla... Gece vardiyası mı yapıyorlar?.. Niye geldim buralara ben?.. Kimi işte, kimi evde, kendi dünyasında herkes. Nasıl ilişki kurulur bunlarla? Kız haklı aslında, sevdikleriyle bile yakınlık kurmasını beceremeyen, ayağı havada pis bir küçük burjuvayım ben.. ... Hayrete düşüyordu. Hakkında ifad

Jean Paul Sartre, Bulantı

İşte hayatımın gizli temeli: Aralarında ilişki yok gibi görülen bütün çabalarımın altında aynı isteği buluyorum: Varoluşu içimden atmak, anları yağlarından sıyırmak, bükmek , kurutmak, kendimi temizlemek, katılaştırmak, sonunda bir saksafon notasının kesin ve belirli sesini verebilmek. Bunu şöylede anlatabiliriz: Yanlış dünyaya gelmiş bir zavallı vardı. Öteki insanlar gibi, parkların, kahvelerin, ticaret kentlerinin dünyasında varolup gidiyor ve tabloların ardında, kitapların ardında bambaşka dünyalarda yaşadığına kendini inandırmak istiyordu.

Dostoyevski, Yeraltından Notlar

Daracık dünyamda, insanlardan kopuk, manevi olarak çürümüş, yeraltında kinimle başbaşa nasıl boğuştuğumu anlatmak pek de hoş olmasa gerek. Üstelik romanların bir kahramanı olur, bense bir kahramanın taşımaması gereken tüm özellikleri taşıyorum. Bizim gibi insanları anlamanın en kolay yolu budur. Bizler, yaşama yabancılaşmış, zorla yürüyen insanlar olduğumuzdan dolayı bu yazdıklarım etkili olacaktır. Üstelik gerçek hayata öylesine yabancılaşmışız ki, adını bile duymak istemeyiz. Bunda da o kadar ileri gideriz ki, gerçek hayatı ancak kitaplardan öğrenebileceğimize inanırız. Peki, ama neden bazen olmadık hareketler yapıp, aptalca arzular peşinde koştururuz? Bunun nedenini biz bile bilmiyoruz. Üstelik bu olmadık isteklerimiz gerçekleştiğinde en çok zararı görecek olan da bizizdir. Sırf denemek için içimizden birinin bağlarını çözüp, esaretim kaldırarak özgürlüğe kavuştursanız bile, o yine esaret altına girmek isteyecektir. Eminim ki, bu yazdıklarımı okuduğunuzda kızgınlıkta

Floransa Büyücüsü, Salman Rushdie :"Şah'ın Rüyası, Aşk bir hastalıktır"

Hükümdar o gece rüyasında aşkı gördü. Rüyasında yine Bağdat Halifesi Harun Reşid idi, tebdili kıyafetle bu kez Espanbur şehri sokaklarında dolaşıyordu. Fakat, birden bire her yanını tedavisi mümkün olmayan bir kaşıntı sardı. Hemen Bağdat'taki sarayına döndü, dönerken altı fersahlık yol boyunca kaşım kaşım kaşındı ve saraya varır varmaz, eşek sütüyle yıkandı, gözde odalıklarına tüm vücudunu balla ovdurdu. Halâ çıldıracak gibi kaşınıyordu ve neredeyse ölecek hale gelene kadar vücuduna hacamat vurmalarına ve sülük yapıştırmalarına rağmen, hiçbir hekim derdine deva bulamadı. Bu şarlatanları başından savan Harun Reşid gücüne kavuşunca, düşünüp taşındı, geçmek bilmez kaşıntıdan kurtulmanın tek çaresinin onu fark etmeyecek hale gelene kadar, başka şeylerle oyalanmak olduğuna karar verdi. Kendisini güldürsünler diye ülkesinde ki en ünlü meddahları, zihninin sınırlarını zorlasınlar diye en bilgili alimleri çağırttı. Şehvani rakkaseler arzularını uyandırıyor, maharetli odalıklar uyanan arzul

Floransa Büyücüsü, Salman Rushdie "Aylar süren sessizlik"

... Şah savaştan döndüğünde ilan olunan sessizlik buyruğu, şehrin sakinlerinin boğulacak gibi hissetmelerine sebep oluyordu. Şahlar şahının istirahatini aksatma korkusundan, kesilen tavukların gagası sıkı sıkıya bağlanıyordu. Gıcırdayan bir araba tekerleği, arabacının kamçılanmasına neden olabilir, kamçının altında haykırırsa, cezası daha da ağırlaşırdı. Doğum yapan kadınlar, çığlıklarını bastırıyor, pazar yerinde ki sessiz nümayiş topluca sahnelenen bir delilik gösterisini andırıyordu. Ahali, "Şah buradayken hepimiz çıldırıyoruz" diyor, arkasından, "sevinçten çıldırıyoruz" tabii diye ekliyordu, çünkü casuslar ve gammazlar her yerdeydi. Çamur şehir, şahını seviyordu, bu konuda ısrar ediyor, sözcüklere başvurmadan diretiyordu, çünkü sözcükler o yasak kuşaktan, sesten biçilmişti. Şah bir kez daha seferberlik ilan edip, yola koyulduğunda sessizlik hapishanesinin kilitleri açılıyor, borazanlar öttürülüyor, tezahüratlar başlıyor ve insanlar aylar boyunca içlerine atmak m

Floransa Büyücüsü Salman Rushdie, "Ekber ve Birbal"

.. Peki o zaman dedi Ekber, "söyle bakalım, önce tavuk mu yumurtadan çıkmıştır, yumurta mı tavuktan?" Birbal, hemen cevap verdi: "Önce tavuk yumurtadan çıktı." Ekber şaşırıp kalmıştı. "Nasıl emin olabiliyorsun?" diye sordu. Majesteleri dedi Birbal, "yalnızca bir sorunuzu cevaplamaya söz vermiştim." Başvezir ve Şah, şehir surlarında durmuş, havada daireler çizen kargalara bakıyorlardı." Birbal" dedi Ekber, "sence ülkemde kaç karga vardır", "Cihanpenah, ülkeniz topraklarında tam tamına 999999 tane karga vardır" Ekber şaşırmıştı, "diyelim ki hepsini saydırdık ve sayıları senin söylediğinden fala çıktı, bu ne anlama gelir? "Komşu ülkelerde ki arkadaşlarının onları ziyarete geldiği anlamına gelir" "Peki sayıları daha az çıkarsa?" "O zaman bizimkilerden bazıları, uçsuz bucaksız dünyayı görmeye heves etmişlerdir." ... Uzak bir ülkeden gelen batılı bir ziyaretçi, saray avlusunda Ekber'i

Kraliçe Loana'nın Gizemli Alevi, Umberto Eco

... Bildiğim ve yaptığım şeyler yüzünden ss’ler ya da kara gömlekliler beni bir gün ellerine geçirirlerse, işkence yaparlar. İşkence yaparlarsa konuşurum, çünkü acıdan korkarım ben. Konuşursam da arkadaşlarımı ölüme yollarım. Onun için yakaladıklarında bu neşterle boğazımı keseceğim. Canım acımaz, bir saniyede şak diye keserim. Böylece herkese kazığı atmış olurum: Önce hiçbir şey öğrenemeyecekleri için faşistlere, sonra günah olduğu halde intihar ettiğim için rahiplere, sonra da tanrı’ya, onun karar verdiği zaman değil, dilediğim zaman öldüğüm için. al sana...

Mülksüzler Ursula K. Le Guin

Saemtenevia bulvarı yaklaşık üç kilometre uzunluğundaydı ve insanlar, trafik ve nesnelerden oluşan katı bir kütleydi: satın alınacak şeyler, satılacak şeyler. Ceketler, giysiler, gecelikler, roblar, pantolonlar, külot pantolonlar, gömlekler, bluzlar, şapkalar, ayakkabılar, eşarplar, atkılar, yelekler, pelerinler, şemsiyeler; uyurken , yüzerken, oyun oynarken, akşamüstü toplantılarında, akşam toplantılarında, kır toplantılarında, yolculuk ederken, tiyatroda, ata binerken, bahçeyle uğraşırken, konuk kabul ederken, lokantaya giderken, yemek yerken, avlanırken giyilecek giysiler -hepsi farklı, hepsi yüzlerce değişik kesimde, stilde, renkte, yapıda, kumaşta. parfümler, saatler, lambalar, heykeller, makyaj malzemeleri, mumlar, resimler, fotoğraf makineleri, oyunlar, vazolar, yataklar, çaydanlıklar, bilmeceler, yastıklar, taşbebekler, süzgeçler, minderler, mücevherler, halılar, kürdanlar, takvimler, kristal saplı, platinden yapılmış bir bebek çıngırağı, elmastan rakamları olan bir kol saati,

Mülksüzler Ursula K. Le Guin

Bize birbirimizden başka kimsenin yardım etmeyeceğini, eğer elimizi uzatmazsak hiçbir elin bizi kurtaramayacağını biliyoruz. Uzattığınız el de boş, tıpkı benimki gibi, hiçbir şeyiniz yok.hiçbir şeye sahip değilsiniz, hiçbir şey sizin malınız değil.,özgürsünüz. Sahip olduğunuz tek şey ne olduğunuz ve ne verdiğinizdir. ... Özgürlüğümüz dışında hiçbir şeyimiz yok. Size kendi özgürlüğünüzden başka verecek bir şeyimiz yok. Bireyler arasında karşılıklı yardımlaşma dışında hiçbir yasamız yok.,hükümetimiz yok, yalnızca özgür birlik ilkemiz var. Devletlerimiz, uluslarımız, başkanlarımız, başbakanlarımız, şeflerimiz, generallerimiz, patronlarımız, bankerlerimiz, mülk sahiplerimiz, ücretlerimiz, sadakalarımız, polislerimiz, askerlerimiz, savaşlarımız yok.başka da pek fazla şeyimiz var sayılmaz. Biz paylaşırız, sahip olmayız.varlıklı değiliz. hiçbirimiz zengin değiliz, hiçbirimiz iktidar sahibi değiliz. Eğer istediğiniz, aradığınız şey buysa o zaman ona eli boş gelmeniz gerektiğini söylüyorum, ona

Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel Garcia Marquez

Ertesi sabah, Kızılderili Cataure'nin evden gitmiş olduğunu gördüler. İçinden bir ses, dünyanın öbür ucuna da gitse bu ölümcül hastalığın peşini bırakmayacağını söylediği için, ablası onunla gitmedi. Visitacion'un telaşına kimse anlam veremiyordu. Jose Arcadio Buendia, işi şakaya vurarak, Ne kadar az uyusak o kadar iyi, dedi, böylece hayattan daha çok kam alırız. Ama Kızılderili kadın, bitkinlik vermediği için hastalığın en korkulacak yanının uykusuzluk olmayıp zamanla daha da beter bir hale geldiğini ve bellek kaybına yolaçtığını uzun uzadıya anlattı. Dediğine göre, hastalanan biri uykusuzluğa alışınca, önce çocukluğundan kalma anıları unutuyordu, giderek eşyaların adını ve neye yaradıklarını bilmez oluyor, sonunda da insanları tanımıyor, kendini bile unutuyor ve geçmişi olmayan bellek yokluğuna uğruyordu. Jose Arcadio Buendia, bunun da Kızılderili batıl inançlarından kaynaklanan hastalıklardan biri olduğunu sanarak katıla katıla güldü. Oysa Ursula, ne olur ne olmaz diyerek, R

Doğmamış Kristof - Carlos Fuentes

Bu durumda kesin olan şeyler ve kesin olmayan şeyler var. Şu kesin: oğlana kova burcunda hamile kalındı. Şu kesin değil: Meksikalı bir fetüse dönüşme olasılığı babamın hesaplarına göre, yüz seksen üç trilyon, altı yüz yetmiş beş milyar, dokuz yüz milyon dört yüz beş bin yüz kırk sekizde bir, rahme düştüğüm gün öğle vakti gökten tepelerine yağan boku yıkamak için annemle birlikte girdikleri Pasifik Okyanusu'nda kulaç atarken yapıyor bu hesabı babam. Geri sayımın ilk günü diyorlar buna. Bense, yumurtalıktaki okuma dersine giderken mezarlıktan ilk geçişim diyorum; çünkü onlar şimdi o gün neler olduğunu hatırlasalar da, ben bütün olanları zaten biliyordum, babamın mikroyılanı annemin corona radiata'sına (corona corona değil ha, babamınki patlayan bir puroydu, hatta düşünüyorum da bir MIRV) gül yaprakları arasına uzanır gibi uzandığında biliyordum, o sırada büyük Kıllı Vadi muharebesinden geriye kalanlar jelatinsi zarı işgal etmişlerdi, de profundis clamavimus –ama kims

Madde 22 (Catch22) -Joseph Heller

"Tek bir açmaz vardı, o da Madde 22. Bu madde, insanın gerçek ve yakın tehlike karşısında kendi güvenliği için endişelenmesinin zihnin rasyonel bir süreci olduğunu belirtiyordu. Orr deliydi ve uçuştan men edilebilirdi. Tek yapması gereken uçuştan men edilmesini talep etmekti; ve bunu yapar yapmaz, deli olmadığı anlaşılacaktı ve başka görevlerde uçması gerekecekti. Orr’un başka görevlerde uçması için deli olması gerekirdi, aklı başında olsa uçmazdı; ama aklı başındaysa uçmak zorundaydı. Uçarsa deli demekti ve uçmak zorunda değildi; ama uçmak istemiyorsa aklı başındaydı ve uçmak zorundaydı. Madde 22’deki bu şartın mutlak basitliği Yossarian’ı derinden etkiledi. Saygıyla ıslık çaldı.”

Catch 22 ( Madde 22) - Joseph Heller

Deli olan birisini görevden alamaz mısın? - Tabiî ki. Almam lazım. Deli birini görevden almam gerektiğini söyleyen bir kural var. - O zaman neden beni görevden almıyorsun? Ben deliyim. Clevinger’e sor! - Clevinger? Clevinger nerede? Clevinger’i bul sorayım. - O zaman herhangi başka birine sor. Sana ne kadar deli olduğumu söyleyeceklerdir. - Onlar deli. - O zaman neden onları görevden almıyorsun? - Neden benden onları görevden almamı istemiyorlar? - Çünkü onlar deli de ondan. - Tabiî ki deliler. Sana onların deli olduğunu biraz önce söyledim öyle değil mi? Ve deli insanların senin deli olup olmadığına karar vermesine izin veremezsin, değil mi? - Orr deli mi? - Kesinlikle. - Onu görevden alamaz mısın? - Tabiî ki alırım. Fakat önce benden bunu istemesi lazım. Bu kuralın bir parçası. - Peki neden sormuyor? - Çünkü deli. Onca tehlikeli uçuştan sonra muharebe uçuşu yaptığına göre deli olmalı. Tabiî ki onu görevden alabilirim. Ama önce bunu benden istemesi lazım. - Görevden alınmak için yapma

Bozkıkurdu Hermann Hesse

Yüzlerce değişik ağacın, binlerce tür çiçeğin, sayısız meyve ve sebze türlerinin olduğu bir bahçe düşleyin. Bu bahçenin sorumlusu olan bahçıvanın da yenir ve yenemez ayrımından başka bir tanım bilmediğini. Bu durumda bahçenin onda dokuzu ona göre işe yaramaz, öyle olunca da en güzel çiçekleri yolup en soylu ağaçları keser, belki de lanetleyip kötü gözle bakar onlara.

Aylak Adam Yusuf Atılgan

Eve gelirken on paket sigarayla bir deste kibrit aldı. odasının ışığını yaktı. elindekileri karyolanın altına, boş bavula koydu. Çevresine bakındı, yoktu. Oturma odasını da aradı, orada da yoktu. Bunca lüzumsuz eşya vardı da, neden en gereken, bir sigara küllüğü yoktu. Kadınlar da böyleydi. dünyada gereğinden çok kadın vardı ama, yalnız bir teki yoktu.

Boşlukta, bütün nesneler aynı hızla düşer, Sartre, Bulantı

Şu tepenin üstünde, kendimi onlardan ne kadar uzak hissediyorum. Sanki başka bir türdenim ben. Bütün gün çalıştıktan sonra bürolardan çıkıyor, evlere ve alanlara neşeyle bakıp, bu kentin kendi kentleri olduğunu, bir güzel ‘burjuva kenti’ niteliği taşıdığını düşümüyorlar. Korkmuyorlar, kendi yurtlarında olduklarını duyuyorlar. Musluklardan akan evcil kent suyundan, düğme çevrilince ampullerden yayılan ışıktan, dayanaklarla desteklenmiş melez ağaçlardan başka bir şey bilmezler. Her şeyin bir mekanizmaya uyarak ortaya çıktığını, dünyanın belli ve değişmez yasalara göre işlediğini günde yüz kere görürler: Boşlukta, bütün nesneler aynı hızla düşer; park yazın her gün saat altıda, kışında dörtte kapanır; kurşun 355 derecede erir, son tramway Hotel De Ville’den on biri beş geçe kalkar. Yarın’ı, yani bugünün tekrarını düşünürler; kentlerde her sabah yeniden ortaya çıkan tek bir gün vardır. Pazarları, bu tek günü az buçuk süslerler. Avanaklar! Yasalar yaparlar, bayağı romanlar yazarlar, çocuk y

Öldürmek, Amat, İhsan Oktay Anar

İlk kez öldürdüğünde bir değil sanki bin kişiyi öldürmüş gibi olursun. Yeni doğmuş ve annesi tarafından emzirilen o bebeği öldürmüşsündür. Babasının başını okşadığı o çocuğu da, bir genç kıza aşkını ilan eden o delikanlıyı da zavallı bir kadının kocasını da, savaş giderken ailesi tarafından uğurlanan o masumu da... bütün bu kişileri öldürmüş olursun. İkinci kez birini öldürdüğünde alt tarafı bir tek kişiyi öldürmüşsündür.,üçüncü kez ise kimseyi öldürmüş sayılmazsın.

Sayılar ve Beden, Foucault Sarkacı, Umberto Eco

"Bu balık sana neyi anımsatıyor?" "Başka balıkları" "Peki başka balıklar neyi anımsatıyor?" "Başka balıkları" ( Joseph Heller, Catch 22 ) "Bum" dedi Lia, "İlk örnekler diye bir şey yoktur; beden vardır.Karnın içi güzeldir,çünkü bebek büyür orada, çünkü senin güzel kuşun sevinçler içinde içeri dalar,tadı güzel besin aşağı iner;işte bunun için ,mağara da, girinti çıkıntılar da,kanal da, yeraltı da güzeldir,önemlidir; hatta bizim o güzelim barsaklarımızın imgesine göre yapılmış olan labirent de. Biri önemli bir şey icat etmek istediği zaman,oradan getirmek zorundadır onu; çünkü sen de oradan geldin,doğduğun gün.Üretkenlik bir kovuğun içindedir her zaman;orada önce bir şey çürür,sonra karşında bir küçük Çinli,bir hurma,bir baobab beliriverir. Ama yukarısı, her zaman aşağıdan daha iyidir; çünkü baş aşağı durursan kan başına sıçrar; çünkü ayaklar kokar,saçlarsa daha az kokar; çünkü bir ağaca çıkıp meyve toplamak,sonunda yeraltına gir

Aşkın Metafiziği - Schopenhauer

Erkeğin aşkı, doygunluğa erdiği andan sonra gözle görülecek şekilde azalır, önüne çıkan her kadın, elde ettiği kadından daha çekici gelir ona; çeşitliliği arzulamaya başlar. Kadının aşkı ise, doygunluğa erdiği andan sonra artmaya başlar. Bu doğanın amacının, türün sürdürülmesi ve elden geldiğince çoğaltılması olmasının bir sonucudur. Erkek bir yılda 100’den fazla çocuğu kolaylıkla yapabilir; oysa kadın, ne kadar erkekle sevişirse sevişsin, yılda ancak bir çocuk yapabilir. İşte bundan ötürü erkeğin gözü her zaman başka kadınlardadır, oysa kadın bir tek erkeğe iyice bağlanır. Çünkü doğa onu, kendisi farkına varmaksızın, gelecekte doğacak çocuğun besleyicisini ve koruyucusunu elde tutacak biçimde davrandırmıktadır. Bu bakımdan, evlilik hayatında erkeğin gösterdiği sadakat yapay, kadınınki ise doğal ve kadının kocasını aldatması, hem sonuçları bakımından nesnel olarak hemde doğaya aykırı bulunmasından dolayı öznel olarak, erkeğin aldatmasından daha güç bağışlanan bire suç olarak görülmüştü

Yüzyıllık Yalnızlık- Uykusuzluk, Gabriel Garcia Marquez

Sonra Jose Arcadio Buendia'nın odasına girdiler, vargüçleriyle sarstılar, kulağına avaz avaz seslendiler, burun deliklerine ayna tuttular, ama onu bir türlü uyandıramadılar. Çok geçmeden marangoz tabut için ölçü alırken, pencereden baktıklarında, minicik sarı çiçeklerin yağmur gibi indiğini gördüler. Çiçekler bütün gece süren suskun bir sağanakla köyün üzerine yağdı. Bütün çatıları örttü, bütün kapıların önüne yığıldı ve dışarıda yatan bütün hayvanları soluksuz bırakıp öldürdü. Gökten öyle çok çiçek yağdı ki, sabahleyin sokaklar kalın halılar döşenmiş gibi oldu ve cenaze alayının geçebilmesi için çiçekleri küreyip atmak zorunda kaldılar… …

Bat dünya bat! Tutunamayanlar, Oğuz Atay

Bat dünya bat! Artık yaşamak istemiyorum Olric. Onların istediği gibi yaşamak istemiyorum. Başım dönüyor Olric. Sabahtan beri hiçbirşey yemediniz efendimiz. Şimdi de içiyorsunuz. Onlar da içiyorlar Olric. Karşılarında oturan kızlara birşeyler anlatı-yorlar. Ben anlatmak, filan falan demek istemiyorum. Sonum geldi Olric. Kendime yeni bir önsöz yazmak istiyorum. Yeni bir dil yaratmak istiyorum. Beni kendime anlatacak bir dil. Çok denediler, efendimiz. Allah’tan, ne denediklerini bilmiyorum, Olric. Hiçbir geleneğin mirasçısı değilim. Olmaz, diyorlar. İsyan ediyorum. Az gelişmiş bir ülkenin fakir bir kültür mirası olurmuş. Bu mirası reddediyorum Olric. Ben Karagöz filan değilim. Herkes birikmiş bizi seyrediyor. Dağılın! Kukla oynatmıyoruz burada. Acı çekiyoruz. Kapı kapı dolaşıp dileniyoruz. Son kapıya geldik. İnsaf sahiplerine sesleniyoruz. Ey insaf sahipleri! Ben ve Olric sizleri sarsmaya geldik. Dünya tarihinde eşi görülmemiş bir duygululukla ve kendini beğenmişçesine ve kendini beğenmi

Dünya bir kerhanedir,Tutunamayanlar, Oğuz Atay

"Hapishaneler yasa taşlarıyla, genelevler ahlakın tuğlaları ile inşa edilir" William Blake Yukarıdaki son müşteri de indi; arkadaşının yanına geldi.Turgut, onlara yaklaştı, elini uzattı: “Hayır, sizler bana lazımsınız. Tek başıma beceremem.” Bağırdı: “Metin!” Metin, uyukladığı koltuktan başını kaldırdı. Şaşkın, çevresine baktı. “Gidiyor muyuzTurgut?” “Hayır. Yeni geldik. Dostlarımızın arasında bu ülkenin misafirleriyiz. Kendileri, eksik olmasınlar, lütfettiler;bu gece ülkeyi idare etmek şerefini bize bahşettiler. Metin! Seni sadrazam yaptım. Ben de maliye nazırıyım. Suyun başında bekliyorum. Dünya bir kerhanedir: her gelen yaptı geçti. Grand Mama, perdeleri kapa. Sen de kızım, ışıkları söndür; yalnız büfenin üzerindeki kırmızı abajur kalsın. Metin! Amerikan sigaralarını dağıt!” Elini arka cebine soktu: yassı bir şişe konyak çıkardı. “İşte yakıtımız.” Salon, sigara dumanlarıyla mavilendi. “Radyoyu açın!” Hafif melodiler. “Vakit gece yarısına yaklaşıyor. Ortam uygun. Ey kafa!

Tutunmayanlar Üniversitesi,Tutunamayanlar, Oğuz Atay

Yaşamak diye bir problem yoktu bizim için. Böyle bir problem çözmedi asistanlar tatbikatlarda. Sonunda hepimizi kurt kaptı tabii. İnsan taklidi yaptığımız için, kurtlar bizi adam sandı. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir rezalet görülmemiştir. Az gelişmiş aşklar ülkesi olarak dünya milletleri arasında ön sıraları işgal ediyoruz. Birleşmiş Milletler istatistiklerine göre ancak Nijerya ve Gana bizden daha az gelişmiş. Âşık olma oranı yüz binde kırk iki. Beş yıllık plan yüzde yüz gerçekleştiği takdirde bu oran bin dokuz yüz seksende yüz binde seksen altı olacak. Gene yeterli değil. Planlama örgütünde herkes evli olduğu için, meselenin üzerinde çok durmuyorlar. Beş yıllık planın uygulanmasına geçeli bizim sınıftan yalnız Güner âşık oldu: o da bir bar artistine.Cinsi aşk olduğu için sayılmadı. Aşkta geriyiz de başka şeylerde ileri miyiz sanki? Yalnız trafik kazalarında birinciyiz.Buyrun bakalım. Binde dört onda iki. Gururumuza dokunuyor. Selim kadar olamıyoruz. Ayrıca, büyük şehirlerde bir b

Usta ile Margarita,Mihail Bulgakov

Gayretkeş muhasebecinin, taksiden inip kendi kendine yazı yazan giysiyle karşılaştığı sırada, Kiev postası da Moskova Garı'na giriyordu. Elinde kumaş bir bavul olan, temiz giyimli bir yolcu, birinci sınıf kompartımanların olduğu 9 numaralı vagondan indi. Bu yolcu Kiev'de eski Enstitü sokağında oturan, merhum Berlioz'un amcası iktisatçı ve planlama uzmanı Maksimilyen Andreyeviç Poplavski'den başkası değildi. Maksimilyen Andreyeviç'in gelişinin başlıca nedeni, önceki gece geç vakit aldığı telgraftı. Telgrafta şunlar yazılıydı: PATRİARŞİYE GÖLLERİ KIYISINDAKİ PARKTA BİR TRAMVAY BAŞIMI KOPARDI. CENAZE CUMA SAAT 15'TE. GEL. BERLIOZ. Maksimilyen Andreyeviç, doğal olarak, Kiev'in en akıllı kişilerinden biri sayılırdı. Ama böyle bir telgraf, dünyadaki en aklı başında insanı bile şaşırtacak türdendi. Biri başının kesildiğini telgrafla bildiriyorsa, başı tam kesilmemiş ve henüz yaşıyor demektir. İyi ama bu durumda bir cenaze nasıl söz konusu olabilir? İnsan, sağlığı i

Saint Germain Kontu,Foucault Sarkacı,Umberto Eco

Bir gün, Kudüs'te Pontius Platus'u tanıdığını anlattı, valinin evini ayrıntılarıyla betimledi, akşam yemeğinde sunulan yemek çeşitlerini saydı döktü. Bunların düş ürünü olduğuna inanan Rohan Kardinali, Saint-Germain kontunun uşağına -saçları ağarmış, dürüst görünüşlü, yaşlı bir adam- döndü: "Arkadaşım" dedi, "efendinizin söylediklerine inanmakta güçlük çekiyorum. Karnından konuşan biriyse, diyecek sözüm yok, altın yapan birisi olduğunu da kabul edebilirim, ama iki bin yaşında olduğunu, Pontius Platus'u gördüğünü söylemesi? Bu kadarı fazla. Siz de orada mıydınız?" dedikten sonra gülmeye başladı. "Hayır, Monsenyör" diye yanıtladı uşak, bön bön, " Kont hazretlerinin hizmetine gireli daha ancak dört yüzyıl oldu."

Sayıbilime inanmalı mı? Foucault Sarkacı,Umberto Eco

"Bir çok kez ölür korkaklar, ölmeden önce" Shakespeare- Julius Ceasar Keops piramidi'nin yüksekliği, yan yüzeylerinin toplam alanının kare köküne eşittir. ölçüler 'metre' olarak değil, mısır ve ibran arışına en yakın ölçü birimi olan 'ayak' olarak alınmalıdır. Çünkü 'metre' modern çağda icat edilmiş soyut bir ölçüdür. bir mısır arışı, 1,728 ayak eder. Kesin yüksekliği bilmiyorsak, pirimidion'dan, büyük piramidin üstüne konmuş, onun uç noktasını oluşturan küçük piramitten yararlanabiliriz. Güneşte pırıl pırıl parlayan altın ya da başka bir madenden yapılmıştı bu küçük piramit. Şimdi, küçük piramidin yüksekliğini, tüm piramidin yüksekliği ile çarpar, elde ettiğimiz toplamı da onun beşinci kuvveti ile çarparsak, yeryüzünün çevresini buluruz. dahası, tabanın çevresini yirmi dördün üçüncü kuvveti ile çarpıp ikiye bölersek, yerkürenin çapını elde ederiz. Sonra, piramidin tabanının alanını 96'yla, onu da on'un sekizinci kuvvetiyle çarparsak,

Betty Blue, Philippe Djian

"Biliyorsun Eddie var olmayan bir şeyin arkasından koşuyor. Yaralı bir hayvan gibi, anlıyor musun ve her seferinde biraz daha aşağıya düşüyor. Dünyanın ona dar geldiğine inanıyorum, bütün sorunlarının buradan kaynaklandığını düşünüyorum..." Oltasını şimdiye dek hiç atmadığı kadar uzağa fırlattı, ağzını buruşturdu. "Yine de yapabileceğimiz bir şey olması gerekiyor." diye söylendi. "Evet, tabii ki, mutluluğun var olmadığını, cennetin var olmadığını, kazanılacak ya da kaybedilecek hiçbir şey olmadığını ve hiçbir şeyin özünün değiştirilemeyeceğini anlaması gerekiyor. Ve eğer bundan sonra insana sadece ümitsizliğin kaldığına inanırsan bir kere daha yanılmış olursun, çünkü ümitsizlik de bir yanılsamadır. Tek yapabileceğin şey akşam yatmak ve sabah mümkünse bir tebessümle kalkmaktır. Sen ne düşünürsen düşün bu hiçbir şeyi değiştirmeyecek, sadece işleri karmaşıklaştıracaktır." Gözlerini yukarı kaldırdı ve başını salladı: "Tanrım, herife onu bu durumdan kurtar

Tuhaf bir savaş hikayesi!

“Benim aklıma gelmişse, bir başkasının da aklına gelmiştir” Umberto Eco Haşmetlu, Azametlu, Fehametlu, Devletlu hünkarımız Sultan Selim Han Efendimizin yeni sadrazamı Arap Hilmi Paşa'nın emri uyarınca, Enderun'un baş vakanuvisi olarak, Şaşı Haydar Efendi denilen zındığın, Çaldıran Meydan Muharebesi hakkında çalakalem yazıp bir de marifetmiş gibi sağda solda anlattıklarını düzeltme, sinsice yalanlardan arıtma, eksiğini gediğini kapatma şerefi, Tanrı'ya şükür ve hamd olsun ki şahsıma verilmiştir. Bir zamanlar emrimde çalışan ve sayısız tokadımı yiyen Şaşı Haydar nam zındığın ne kadar palavracı olduğu, ancak yine de vakanuvis geçindiği, yedi iklim dört bucaktaki aklı başında, mürekkep yalamış, dirsek çürütmüş münevver zevatın zaten malumudur. Bu zındık, Çaldıran Muharebesinin bir kenarı 24 adım olan ve 64 kareden oluşan büyük bir kare içinde cereyan ettiğini söylerken, bir de utanmadan, siyah karelere kömür tozu, beyaz olanlara ise kireç döküldüğünü yazmıştır! Haşa! Doğrusu şu

Boğazın Suları Çekildiği Zaman,Kara Kitap, Orhan Pamuk

Boğaz'ın sularının çekilmekte olduğunu farkettiniz mi? Sanmıyorum. Bayram şenliğine çıkmış çocukların keyfi ve heyecanıyla birbirimizi öldürdüğümüz bugünlerde hangimiz bir şey okuyup dünyadan haberdar oluyor ki? Köşe yazarlarımızı bile, dirsekleştiğimiz vapur iskelelerinde, kucak kucağa yuvarlandığımız otobüs sahanlıklarında, harflerin tir tir titrediği dolmuş koltuklarında yarım yamalak okuyoruz. Ben haberi bir fransız jeoloji dergisinde okudum. Besbelli, kısa bir zaman sonra, bir zamanlar 'boğaz' dediğimiz o cennet yer, kara çamurla sıvalı kalyon leşlerinin, parlak dişlerini gösteren hayaletler gibi parladığı bir zifiri bataklığa dönüşecek. Sıcak bir yaz sonunda ise, bu bataklığın , küçük bir kasabayı sulayan alçakgönüllü bir derenin tabanı gibi yer yer kuruyup çamurlaşacağını, hatta binlerce geniş borudan şelaleler gibi gibi gürül gürül akan lağımların suladığı yamaçlarda otların ve papatyaların yeşereceğini tahmin etmek zor değil. Kızkule'sinin bir tepenin üstünde k

Puslu Kıtalar Atlası,İhsan Oktay Anar

“Boşluğun üzerine kuzeyi yayar ve hiçliğin üzerinde dünyayı asar” Bilge demkeşin anlattığına göre, fî tarihinde çok uzak bir ülkenin padişahına gelen kâhinler ona ülkesinin büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu söylemişlerdi. Sözkonusu tehlike ise, bir yıl sonra doğacak olan ve kurduğu düşlerin hepsi bir anda gerçeğe dönüşüverecek bir çocuktan ibaretti. Öyle ki, çocuk eğer başkentteki bütün evlerin altın olduğunu düşünürse, evler gerçekten o anda altın oluverecekti. Bununla birlikte eğer padişahın fakir olduğunu düşünecek olursa sarayları, köşkleri, atlasları ve altınları o anda hiçliğe karışacak olan padişah parasız pulsuz biri olacaktı. Çocuğu doğar doğmaz öldürmek de olmazdı, çünkü kader artık bağlanmıştı. O hiçbirşey düşünmeyecek olursa, düşünülmedikleri için artık ne dünya ne de kendileri varolabilirlerdi. Bunları işitir işitmez dehşet içinde kalan padişahın emriyle sözkonusu çocuk aranıp bulunmuş ve kırk bir ilim üstadı olan doksan dokuz âlim, gerçek olan ne varsa ona öğret