Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Beyaz Mantolu Adam / Korkuyu Beklerken - Oğuz Atay

Kalabalık bir topluluk içindeydi. Başarısızdı. Parası yoktu. Dileniyordu. Caminin önündeydi. Büyük bir camiydi bu. Minareleri, kubbeleri, kemerleri ve parmaklıklı pencereleri filân hepsi tamamdı. Özellikle avlusu: dilenenler için en önemli yer. Bir kenarda duruyordu. Hiçbir hüner göstermediği için ya da acındırıcı bir garipliği olmadığı için ya da kendisini çevreden ayırıp başarısızlığına üzülecek kadar düşünemediği için dilenirken de başarısızdı. Küçük kaplar içinde mısır satmadığı için, çocuklarla ve kuşlarla birlikte, başkaları adına sevap işleyemezdi; ayrıca, ne kırmızı cüppeli bir müneccime benzeyen ihtiyar gibi tekerlekli ve meşin duvarlı ve öğle tatilinde ön duvarı bir kepenk olup sahibini kapatıveren kulübede yaşıyordu, ne de şişman kötürüm gibi nazar boncuklarını ve tespihlerini ve çakmak taşlarını artık satamadığı anda gaz pedalına basıp motosikletli tezgâhıyla oradan hemen uzaklaşabilirdi. Sermayesi ve görünür bir sakatlığı yoktu. Belki, yoldan geçen birini durdurup, hastane

Franz Kafka, Mahkeme Önünde, Dava

Mahkemenin önünde bir görevli durur. Bu görevliye, ülkeden bir adam gelir ve ona   mahkeme önüne çıkıp çıkamayacağını sorar. Ama görevli, o anda kendisini kabul edemeyeceğini söyler. Adam bir an düşünür ve bunun daha sonradan kabul edilebileceği anlamına mı geldiğini sorar. “Olabilir,” der görevli, “ama şu anda değil”. Mahkemelere giden kapı , her zamanki gibi açık olduğundan ve görevli kenara çekildiğinden, adam kapıdan içeriye bakmak için eğilir. Görevli bunu gördüğünde güler ve şöyle der: “Eğer bu kadar çok istiyorsan, benim yasaklamama rağmen girmeye çalış. Ama dikkat et: Ben güçlüyüm. Ve ben, sadece en baştaki görevliyim. Bir holden diğerlerine geçişte, başka görevliler karşına çıkacak. Hepsi de bir öncekinden daha güçlü olacak. Üçüncünün sadece görünüşü bile, benim kaldırabileceğimden fazla.” Ülkeden gelen adam bu kadar zorlukla karşılaşmayı beklemiyordur. O, mahkemelerin herkese, her an açık olduğunu zannetmiştir; ama şimdi kalın paltosu içindeki görevliye, bü

Disconnectus Erectus - Tutunamayanlar

Beceriksiz ve korkak bir hayvandır. İnsan boyunda olanları bile vardır. İlk bakışta, dış görünüşüyle, insana benzer. Yalnız, pençeleri ve özellikle tırnakları çok zayıftır. Dik arazide, yokuş yukarı hiç tutunamaz. Yokuş aşağı, kayarak iner. (Bu arada sık sık düşer). Tüyleri yok denecek kadar azdır. Gözleri çok büyük olmakla birlikte, görme duygusu zayıftır. Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez. Erkekleri, yalnız bırakıldıkları zaman acıklı sesler çıkarırlar.Dişilerini de aynı sesle çağırırlar. Genellikle başka hayvanların yuvalarında (onlar dayanabildikleri sürece) barınırlar. ya da terkedilmiş yuvalarda yaşarlar. Belirli bir aile düzenleri yoktur. Doğumdan sonra ana, baba ve yavrular ayrı yerlere giderler. Toplu olarak yaşamayı da bilmezler ve dış tehlikelere karşı birleştikleri görülmemiştir. Belirli bir beslenme düzenleri de yoktur. Başka hayvanlarla birlikte yaşarken onların getirdikleri yiyeceklerle geçinirler. Kendi başlarına kaldıkları zaman genellikle yemek yemeyi unuturlar.

Tutunamayanlar Oğuz Atay

"Cennet, muhallebiden duvarlar demek değildir sayın yetkili! Cennet,insanların birbirlerini dinlemeleri demektir, birbirlerine aldırmaları, birbirlerinin farkında olmaları demektir.." ... "Beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma derdi, boş yere mağaramdan çıkarma beni...  alışkanlıklarımı, özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna..."

Gösteri Peygamberi Chuck Palahniuk

"İnsanlar hayatlarının kurtulmasını istemiyorlar. Hiçkimse sorunlarının çözülmesini istemiyor. Dramlarının,önemsiz meselerinin, hikayelerinin çözümlenmesini, pisliklerinin temizlenmesini istemiyorlar. Çünkü geriye ne kalacağını biliyorlar; Büyük ve korkunç bir bilinmeyen..." "Hiçliğe yapacağımız iniş başlamıştır,lütfen kemerlerinizi bağlayın.." "Banyoda traş bıçakları var,içebileceğim iyot var,yutabileceğim uyku hapları var. Seçim meselesi, yaşa ya da öl! Aldığımız her nefes bir seçim, geçen her dakika bir seçim,olmak ya da olmamak. Kendinizi merdivenden atmadığınız her an bir seçimdir,arabanızı duvara çarpmadığınız her an hayata yeniden başlıyorsunuz." "Eğer kimse izlemiyorsa herhangi bir şey yapmanın çok anlamsız olduğunun farkına varıyor insan." "Çarmıha gerilme sırasında izleyici sayısı düşük olsaydı, olayı başka bir zamana ertelerler miydi, diye düşünmeden edemiyorum.Mesela İsa mesih, kendisini kimsenin izlemediği, kimsenin o

Oscar Wilde Dorian Gray'in Portresi

Bize yararı dokunabilecek erdemleri komşumuzda görebildiğimiz için kendimizi yüce gönüllü sanırız. Hesabımızdan daha çok para çekebilelim diye bankacıyı överiz, elini cebimize atmasın diye yol kesen haydutta iyi yönler buluruz. Söylediğim her şeyde ciddiydim. İyimserliği son derece hor görürüm ben. Hayatın sönmesine gelince; hiçbir hayat sönmez, yeterki gelişimi yarıda kalmamış olsun. Bir kişiliği bozmak istiyorsan ıslah et, yeter! Evlilik dersen, elbet saçmalık olur, gelgelelim kadınlarla, erkekler arasında daha başka, daha ilginç bağlar var. Ben bunları özendirmekten geri kalmayacağım. Hepsi de son moda olmak çekiciliğine sahip. Ama bak, iste Dorian da geldi. Sana benden daha çok bilgi verecektir.

Oscar Wilde Dorian Gray'in Portresi

"İyi etki denen bir şey yoktur ki, Bay Gray. Etki denen şey tümüyle ahlaka aykırıdır, yani bilimsel yönden ahlakdışıdır" "Neden?" "İnsanın birini etkilemesi demek ona kendi ruhunu vermesi demektir de ondan. Bu insan kendi doğal düşünceleriyle düşünemez artık, kendi doğal ihtiraslarıyla yanmaz. Erdemleri sahici değildir. Günahları - günah diye bir şey varsa eğer - ödünçtür. Yaşamanın amacı kişinin kendisini geliştirmesidir. Doğamızını gereğini kusursuz olarak gerçekleştirmek: İşte herbirimizin burada olmamızın nedeni budur. Oysa şimdilerde insanlar özbenliklerinden korkuyorlar. Görevlerinin en yücesini, yani kişinin kendi özbenliğine olan görevini unutmuşlar. Hayırseverliklerine diyecek yok. Açları doyuruyor, dilencileri giydiriyorlar. Gel gör ki kendi ruhları aç, çıplak. Soyumuzda cesaret diye bir şey kalmamış. Belki de hiçbir zaman yoktu. Toplum korkusu -ki ahlakın temelidir-, bir de dinin püf noktası olan Tanrı korkusu: Bizi yöneten iki şey işte bunlar."

Gösteri Peygamberi Chuck Palahniuk

Bu ömür boyu sahip olduğum altı yüz kırk birinci balık. Tanrı'nın yarattığı başka bir canlıya bakmayı ve sevmeyi öğrenmem için ailem yıllar önce ilk balığımı almıştı. Sahip olduğum altı yüz kırk balıktan sonra öğrendiğim tek şey, insanın sevdiği her şeyin bir gün öleceği oldu. O özel kişiyle karşılaştığın ilk anda, onun bir gün ölüp toprağın altına gireceğine emin olabilirsin... ... Kızın biri arayıp ''ölmek insanın canını çok yakar mı?'' diye soruyor. Bak tatlım, diyorum, evet yakar ama yaşamaya devam etmek çok daha fazla acıtır... ... Artık hayatımın gerçekten bir anlamı kalmadı, özgürüm.. ... Sıradan insanlarla aynı problemlere sahipseniz, ağzınız aynı şekilde kokuyorsa ve saçlarınız karman çorman, parmaklarınızda şeytan tırnakları varsa, hiç kimse size tapmak istemez.Sıradan insanların sahip olamadığı şeylere sahip olmak zorundasınız.onların başarısız olduğu alanlarda, siz sonuna kadar gidebilmelisiniz.insanların olmaya korktukları şey olursanız, onlar

Can Yücel - O Olmazsa Yasayamam

O Olmazsa Yaşayamam O olmazsa yaşayamam.. O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin. Demeyeceksin işte, yaşarsın çünkü. Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki. Çok sevmeyeceksin mesela, o daha az severse kırılırsın. Ve zaten genellikle o daha az sever seni, senin o'nu sevdiğinden. Çok sevmezsen, çok acımazsın, çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem. Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini, hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin. Senin değillermiş gibi davranacaksın. Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın. Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın. Çok eşyan olmayacak mesela evinde. Paldır küldür yürüyebileceksin. İlle de bir şeyleri sahipleneceksen, çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin. Gökyüzünü sahipleneceksin, güneşi, ayı, yıldızları... Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak. "O benim." diyeceksin. Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir Şeylerin... Mesela gökkuşağı senin olacak. İlle

Albert Camus-Yabancı

Herkes bilir ki, hayat, yaşanmak zahmetine değmeyen bir şeydir. Aslında otuz ya da yetmiş yaşında ölmenin önemli olmadığını bilmez değildim; çünkü her iki halde de başka erkeklerle başka kadınlar yine yaşayacaklar ve bu , binlerce yıl devam edecektir. Sözün kısası bundan daha açık bir şey yoktu. şimdi yahut yirmi yıl sonra olsun, ölecek olan hep bendim. O anda yapmakta olduğum muhakemede beni bir parça rahatsız eden şey, yirmi yıl daha yaşamak düşüncesiyle içimde duymakta olduğum o korkunç hamleydi.fakat bu hamleyi yatıştırmak için de, nihayet o gün gelip çatınca düşüncelerimin neler olacağını tahayyül etmekten başka yapacak işim yoktu. insan madem ki ölecektir, bunun nasıl ve nerede olacağının önemi yoktur, apaçık bir şeydir bu... ..... Akşam,Marie beni görmeye geldi,kendisiyle evlenmek isteyip istemediğimi sordu. "Bence bir,ama istersen evleniriz''dedim. O zaman, kendisini sevip sevmediğimi öğrenmek istedi. Başka zaman da söylediğim gibi,''bunun bir

Baudelaire Kötülük Çiçekleri

Söyle, anlaşılmaz adam, kimi seversin en çok, ananı mı, babanı mı, bacını mı, yoksa kardeşini mi? "Ne anam, ne de babam var, ne bacım, ne de kardeşim." "Dostlarını mı?" "Anlamına bugüne kadar yabancı kaldığım bir söz kullandınız." "Yurdunu mu?" "Hangi enlemdedir, bilmem." "Güzelliği mi? "Tanrısal ve ölümsüz olsaydı, severdim kuşkusuz." "Altını mı?" "Siz tanrı'ya nasıl kin beslerseniz, ben de ona öylesine kin beslerim." "Peki neyi seversin öyleyse sen, olağanüstü yabancı?" "Bulutları severim...işte şu...şu geçip giden bulutları...eşsiz bulutları!"

Bir Gun Tek Başına,Vedat Türkali

Merdivenden indi, uzaklaştı istasyondan, yanlarındaki sokaklardan birine saptı. Çiseleyen yağmur altında vıcık vıcık çamurlu sokaklarda yürümeye başladı. Gelen giden, koşuşan bir kalabalık çıkıveriyordu insanın karşısına, hem de hiç umulmayan izbe sokaklarda. Gecekondu mahalleleri başlamıştı. Kimi evlerden radyo sesleri geliyor, gülüşmeler, bağırıp çağırmalar duyuluyordu. Yanık bir ninni sesi duydu birden. Güzel sesli, genç bir kadın, Doğuluya çalan ağzı ile tatlı bir ninni tutturmuştu. Arsaya açılan bir sokağın ucunda bir fabrikanın geceye yüklenmiş koskoca karaltısı çıkıvermişti önüne. Yürüdü sokağın ucuna kadar, başka fabrikalar da vardı ilerde. Dumanlı bacaları, ıslak gecede kırpışan ışıklarıyla... Gece vardiyası mı yapıyorlar?.. Niye geldim buralara ben?.. Kimi işte, kimi evde, kendi dünyasında herkes. Nasıl ilişki kurulur bunlarla? Kız haklı aslında, sevdikleriyle bile yakınlık kurmasını beceremeyen, ayağı havada pis bir küçük burjuvayım ben.. ... Hayrete düşüyordu. Hakkında ifad

Jean Paul Sartre, Bulantı

İşte hayatımın gizli temeli: Aralarında ilişki yok gibi görülen bütün çabalarımın altında aynı isteği buluyorum: Varoluşu içimden atmak, anları yağlarından sıyırmak, bükmek , kurutmak, kendimi temizlemek, katılaştırmak, sonunda bir saksafon notasının kesin ve belirli sesini verebilmek. Bunu şöylede anlatabiliriz: Yanlış dünyaya gelmiş bir zavallı vardı. Öteki insanlar gibi, parkların, kahvelerin, ticaret kentlerinin dünyasında varolup gidiyor ve tabloların ardında, kitapların ardında bambaşka dünyalarda yaşadığına kendini inandırmak istiyordu.

Dostoyevski, Yeraltından Notlar

Daracık dünyamda, insanlardan kopuk, manevi olarak çürümüş, yeraltında kinimle başbaşa nasıl boğuştuğumu anlatmak pek de hoş olmasa gerek. Üstelik romanların bir kahramanı olur, bense bir kahramanın taşımaması gereken tüm özellikleri taşıyorum. Bizim gibi insanları anlamanın en kolay yolu budur. Bizler, yaşama yabancılaşmış, zorla yürüyen insanlar olduğumuzdan dolayı bu yazdıklarım etkili olacaktır. Üstelik gerçek hayata öylesine yabancılaşmışız ki, adını bile duymak istemeyiz. Bunda da o kadar ileri gideriz ki, gerçek hayatı ancak kitaplardan öğrenebileceğimize inanırız. Peki, ama neden bazen olmadık hareketler yapıp, aptalca arzular peşinde koştururuz? Bunun nedenini biz bile bilmiyoruz. Üstelik bu olmadık isteklerimiz gerçekleştiğinde en çok zararı görecek olan da bizizdir. Sırf denemek için içimizden birinin bağlarını çözüp, esaretim kaldırarak özgürlüğe kavuştursanız bile, o yine esaret altına girmek isteyecektir. Eminim ki, bu yazdıklarımı okuduğunuzda kızgınlıkta

Floransa Büyücüsü, Salman Rushdie :"Şah'ın Rüyası, Aşk bir hastalıktır"

Hükümdar o gece rüyasında aşkı gördü. Rüyasında yine Bağdat Halifesi Harun Reşid idi, tebdili kıyafetle bu kez Espanbur şehri sokaklarında dolaşıyordu. Fakat, birden bire her yanını tedavisi mümkün olmayan bir kaşıntı sardı. Hemen Bağdat'taki sarayına döndü, dönerken altı fersahlık yol boyunca kaşım kaşım kaşındı ve saraya varır varmaz, eşek sütüyle yıkandı, gözde odalıklarına tüm vücudunu balla ovdurdu. Halâ çıldıracak gibi kaşınıyordu ve neredeyse ölecek hale gelene kadar vücuduna hacamat vurmalarına ve sülük yapıştırmalarına rağmen, hiçbir hekim derdine deva bulamadı. Bu şarlatanları başından savan Harun Reşid gücüne kavuşunca, düşünüp taşındı, geçmek bilmez kaşıntıdan kurtulmanın tek çaresinin onu fark etmeyecek hale gelene kadar, başka şeylerle oyalanmak olduğuna karar verdi. Kendisini güldürsünler diye ülkesinde ki en ünlü meddahları, zihninin sınırlarını zorlasınlar diye en bilgili alimleri çağırttı. Şehvani rakkaseler arzularını uyandırıyor, maharetli odalıklar uyanan arzul

Floransa Büyücüsü, Salman Rushdie "Aylar süren sessizlik"

... Şah savaştan döndüğünde ilan olunan sessizlik buyruğu, şehrin sakinlerinin boğulacak gibi hissetmelerine sebep oluyordu. Şahlar şahının istirahatini aksatma korkusundan, kesilen tavukların gagası sıkı sıkıya bağlanıyordu. Gıcırdayan bir araba tekerleği, arabacının kamçılanmasına neden olabilir, kamçının altında haykırırsa, cezası daha da ağırlaşırdı. Doğum yapan kadınlar, çığlıklarını bastırıyor, pazar yerinde ki sessiz nümayiş topluca sahnelenen bir delilik gösterisini andırıyordu. Ahali, "Şah buradayken hepimiz çıldırıyoruz" diyor, arkasından, "sevinçten çıldırıyoruz" tabii diye ekliyordu, çünkü casuslar ve gammazlar her yerdeydi. Çamur şehir, şahını seviyordu, bu konuda ısrar ediyor, sözcüklere başvurmadan diretiyordu, çünkü sözcükler o yasak kuşaktan, sesten biçilmişti. Şah bir kez daha seferberlik ilan edip, yola koyulduğunda sessizlik hapishanesinin kilitleri açılıyor, borazanlar öttürülüyor, tezahüratlar başlıyor ve insanlar aylar boyunca içlerine atmak m

Floransa Büyücüsü Salman Rushdie, "Ekber ve Birbal"

.. Peki o zaman dedi Ekber, "söyle bakalım, önce tavuk mu yumurtadan çıkmıştır, yumurta mı tavuktan?" Birbal, hemen cevap verdi: "Önce tavuk yumurtadan çıktı." Ekber şaşırıp kalmıştı. "Nasıl emin olabiliyorsun?" diye sordu. Majesteleri dedi Birbal, "yalnızca bir sorunuzu cevaplamaya söz vermiştim." Başvezir ve Şah, şehir surlarında durmuş, havada daireler çizen kargalara bakıyorlardı." Birbal" dedi Ekber, "sence ülkemde kaç karga vardır", "Cihanpenah, ülkeniz topraklarında tam tamına 999999 tane karga vardır" Ekber şaşırmıştı, "diyelim ki hepsini saydırdık ve sayıları senin söylediğinden fala çıktı, bu ne anlama gelir? "Komşu ülkelerde ki arkadaşlarının onları ziyarete geldiği anlamına gelir" "Peki sayıları daha az çıkarsa?" "O zaman bizimkilerden bazıları, uçsuz bucaksız dünyayı görmeye heves etmişlerdir." ... Uzak bir ülkeden gelen batılı bir ziyaretçi, saray avlusunda Ekber'i

Kraliçe Loana'nın Gizemli Alevi, Umberto Eco

... Bildiğim ve yaptığım şeyler yüzünden ss’ler ya da kara gömlekliler beni bir gün ellerine geçirirlerse, işkence yaparlar. İşkence yaparlarsa konuşurum, çünkü acıdan korkarım ben. Konuşursam da arkadaşlarımı ölüme yollarım. Onun için yakaladıklarında bu neşterle boğazımı keseceğim. Canım acımaz, bir saniyede şak diye keserim. Böylece herkese kazığı atmış olurum: Önce hiçbir şey öğrenemeyecekleri için faşistlere, sonra günah olduğu halde intihar ettiğim için rahiplere, sonra da tanrı’ya, onun karar verdiği zaman değil, dilediğim zaman öldüğüm için. al sana...

Mülksüzler Ursula K. Le Guin

Saemtenevia bulvarı yaklaşık üç kilometre uzunluğundaydı ve insanlar, trafik ve nesnelerden oluşan katı bir kütleydi: satın alınacak şeyler, satılacak şeyler. Ceketler, giysiler, gecelikler, roblar, pantolonlar, külot pantolonlar, gömlekler, bluzlar, şapkalar, ayakkabılar, eşarplar, atkılar, yelekler, pelerinler, şemsiyeler; uyurken , yüzerken, oyun oynarken, akşamüstü toplantılarında, akşam toplantılarında, kır toplantılarında, yolculuk ederken, tiyatroda, ata binerken, bahçeyle uğraşırken, konuk kabul ederken, lokantaya giderken, yemek yerken, avlanırken giyilecek giysiler -hepsi farklı, hepsi yüzlerce değişik kesimde, stilde, renkte, yapıda, kumaşta. parfümler, saatler, lambalar, heykeller, makyaj malzemeleri, mumlar, resimler, fotoğraf makineleri, oyunlar, vazolar, yataklar, çaydanlıklar, bilmeceler, yastıklar, taşbebekler, süzgeçler, minderler, mücevherler, halılar, kürdanlar, takvimler, kristal saplı, platinden yapılmış bir bebek çıngırağı, elmastan rakamları olan bir kol saati,

Mülksüzler Ursula K. Le Guin

Bize birbirimizden başka kimsenin yardım etmeyeceğini, eğer elimizi uzatmazsak hiçbir elin bizi kurtaramayacağını biliyoruz. Uzattığınız el de boş, tıpkı benimki gibi, hiçbir şeyiniz yok.hiçbir şeye sahip değilsiniz, hiçbir şey sizin malınız değil.,özgürsünüz. Sahip olduğunuz tek şey ne olduğunuz ve ne verdiğinizdir. ... Özgürlüğümüz dışında hiçbir şeyimiz yok. Size kendi özgürlüğünüzden başka verecek bir şeyimiz yok. Bireyler arasında karşılıklı yardımlaşma dışında hiçbir yasamız yok.,hükümetimiz yok, yalnızca özgür birlik ilkemiz var. Devletlerimiz, uluslarımız, başkanlarımız, başbakanlarımız, şeflerimiz, generallerimiz, patronlarımız, bankerlerimiz, mülk sahiplerimiz, ücretlerimiz, sadakalarımız, polislerimiz, askerlerimiz, savaşlarımız yok.başka da pek fazla şeyimiz var sayılmaz. Biz paylaşırız, sahip olmayız.varlıklı değiliz. hiçbirimiz zengin değiliz, hiçbirimiz iktidar sahibi değiliz. Eğer istediğiniz, aradığınız şey buysa o zaman ona eli boş gelmeniz gerektiğini söylüyorum, ona

Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel Garcia Marquez

Ertesi sabah, Kızılderili Cataure'nin evden gitmiş olduğunu gördüler. İçinden bir ses, dünyanın öbür ucuna da gitse bu ölümcül hastalığın peşini bırakmayacağını söylediği için, ablası onunla gitmedi. Visitacion'un telaşına kimse anlam veremiyordu. Jose Arcadio Buendia, işi şakaya vurarak, Ne kadar az uyusak o kadar iyi, dedi, böylece hayattan daha çok kam alırız. Ama Kızılderili kadın, bitkinlik vermediği için hastalığın en korkulacak yanının uykusuzluk olmayıp zamanla daha da beter bir hale geldiğini ve bellek kaybına yolaçtığını uzun uzadıya anlattı. Dediğine göre, hastalanan biri uykusuzluğa alışınca, önce çocukluğundan kalma anıları unutuyordu, giderek eşyaların adını ve neye yaradıklarını bilmez oluyor, sonunda da insanları tanımıyor, kendini bile unutuyor ve geçmişi olmayan bellek yokluğuna uğruyordu. Jose Arcadio Buendia, bunun da Kızılderili batıl inançlarından kaynaklanan hastalıklardan biri olduğunu sanarak katıla katıla güldü. Oysa Ursula, ne olur ne olmaz diyerek, R

Doğmamış Kristof - Carlos Fuentes

Bu durumda kesin olan şeyler ve kesin olmayan şeyler var. Şu kesin: oğlana kova burcunda hamile kalındı. Şu kesin değil: Meksikalı bir fetüse dönüşme olasılığı babamın hesaplarına göre, yüz seksen üç trilyon, altı yüz yetmiş beş milyar, dokuz yüz milyon dört yüz beş bin yüz kırk sekizde bir, rahme düştüğüm gün öğle vakti gökten tepelerine yağan boku yıkamak için annemle birlikte girdikleri Pasifik Okyanusu'nda kulaç atarken yapıyor bu hesabı babam. Geri sayımın ilk günü diyorlar buna. Bense, yumurtalıktaki okuma dersine giderken mezarlıktan ilk geçişim diyorum; çünkü onlar şimdi o gün neler olduğunu hatırlasalar da, ben bütün olanları zaten biliyordum, babamın mikroyılanı annemin corona radiata'sına (corona corona değil ha, babamınki patlayan bir puroydu, hatta düşünüyorum da bir MIRV) gül yaprakları arasına uzanır gibi uzandığında biliyordum, o sırada büyük Kıllı Vadi muharebesinden geriye kalanlar jelatinsi zarı işgal etmişlerdi, de profundis clamavimus –ama kims

Madde 22 (Catch22) -Joseph Heller

"Tek bir açmaz vardı, o da Madde 22. Bu madde, insanın gerçek ve yakın tehlike karşısında kendi güvenliği için endişelenmesinin zihnin rasyonel bir süreci olduğunu belirtiyordu. Orr deliydi ve uçuştan men edilebilirdi. Tek yapması gereken uçuştan men edilmesini talep etmekti; ve bunu yapar yapmaz, deli olmadığı anlaşılacaktı ve başka görevlerde uçması gerekecekti. Orr’un başka görevlerde uçması için deli olması gerekirdi, aklı başında olsa uçmazdı; ama aklı başındaysa uçmak zorundaydı. Uçarsa deli demekti ve uçmak zorunda değildi; ama uçmak istemiyorsa aklı başındaydı ve uçmak zorundaydı. Madde 22’deki bu şartın mutlak basitliği Yossarian’ı derinden etkiledi. Saygıyla ıslık çaldı.”

Catch 22 ( Madde 22) - Joseph Heller

Deli olan birisini görevden alamaz mısın? - Tabiî ki. Almam lazım. Deli birini görevden almam gerektiğini söyleyen bir kural var. - O zaman neden beni görevden almıyorsun? Ben deliyim. Clevinger’e sor! - Clevinger? Clevinger nerede? Clevinger’i bul sorayım. - O zaman herhangi başka birine sor. Sana ne kadar deli olduğumu söyleyeceklerdir. - Onlar deli. - O zaman neden onları görevden almıyorsun? - Neden benden onları görevden almamı istemiyorlar? - Çünkü onlar deli de ondan. - Tabiî ki deliler. Sana onların deli olduğunu biraz önce söyledim öyle değil mi? Ve deli insanların senin deli olup olmadığına karar vermesine izin veremezsin, değil mi? - Orr deli mi? - Kesinlikle. - Onu görevden alamaz mısın? - Tabiî ki alırım. Fakat önce benden bunu istemesi lazım. Bu kuralın bir parçası. - Peki neden sormuyor? - Çünkü deli. Onca tehlikeli uçuştan sonra muharebe uçuşu yaptığına göre deli olmalı. Tabiî ki onu görevden alabilirim. Ama önce bunu benden istemesi lazım. - Görevden alınmak için yapma

Bozkıkurdu Hermann Hesse

Yüzlerce değişik ağacın, binlerce tür çiçeğin, sayısız meyve ve sebze türlerinin olduğu bir bahçe düşleyin. Bu bahçenin sorumlusu olan bahçıvanın da yenir ve yenemez ayrımından başka bir tanım bilmediğini. Bu durumda bahçenin onda dokuzu ona göre işe yaramaz, öyle olunca da en güzel çiçekleri yolup en soylu ağaçları keser, belki de lanetleyip kötü gözle bakar onlara.

Aylak Adam Yusuf Atılgan

Eve gelirken on paket sigarayla bir deste kibrit aldı. odasının ışığını yaktı. elindekileri karyolanın altına, boş bavula koydu. Çevresine bakındı, yoktu. Oturma odasını da aradı, orada da yoktu. Bunca lüzumsuz eşya vardı da, neden en gereken, bir sigara küllüğü yoktu. Kadınlar da böyleydi. dünyada gereğinden çok kadın vardı ama, yalnız bir teki yoktu.

Boşlukta, bütün nesneler aynı hızla düşer, Sartre, Bulantı

Şu tepenin üstünde, kendimi onlardan ne kadar uzak hissediyorum. Sanki başka bir türdenim ben. Bütün gün çalıştıktan sonra bürolardan çıkıyor, evlere ve alanlara neşeyle bakıp, bu kentin kendi kentleri olduğunu, bir güzel ‘burjuva kenti’ niteliği taşıdığını düşümüyorlar. Korkmuyorlar, kendi yurtlarında olduklarını duyuyorlar. Musluklardan akan evcil kent suyundan, düğme çevrilince ampullerden yayılan ışıktan, dayanaklarla desteklenmiş melez ağaçlardan başka bir şey bilmezler. Her şeyin bir mekanizmaya uyarak ortaya çıktığını, dünyanın belli ve değişmez yasalara göre işlediğini günde yüz kere görürler: Boşlukta, bütün nesneler aynı hızla düşer; park yazın her gün saat altıda, kışında dörtte kapanır; kurşun 355 derecede erir, son tramway Hotel De Ville’den on biri beş geçe kalkar. Yarın’ı, yani bugünün tekrarını düşünürler; kentlerde her sabah yeniden ortaya çıkan tek bir gün vardır. Pazarları, bu tek günü az buçuk süslerler. Avanaklar! Yasalar yaparlar, bayağı romanlar yazarlar, çocuk y

Öldürmek, Amat, İhsan Oktay Anar

İlk kez öldürdüğünde bir değil sanki bin kişiyi öldürmüş gibi olursun. Yeni doğmuş ve annesi tarafından emzirilen o bebeği öldürmüşsündür. Babasının başını okşadığı o çocuğu da, bir genç kıza aşkını ilan eden o delikanlıyı da zavallı bir kadının kocasını da, savaş giderken ailesi tarafından uğurlanan o masumu da... bütün bu kişileri öldürmüş olursun. İkinci kez birini öldürdüğünde alt tarafı bir tek kişiyi öldürmüşsündür.,üçüncü kez ise kimseyi öldürmüş sayılmazsın.

Sayılar ve Beden, Foucault Sarkacı, Umberto Eco

"Bu balık sana neyi anımsatıyor?" "Başka balıkları" "Peki başka balıklar neyi anımsatıyor?" "Başka balıkları" ( Joseph Heller, Catch 22 ) "Bum" dedi Lia, "İlk örnekler diye bir şey yoktur; beden vardır.Karnın içi güzeldir,çünkü bebek büyür orada, çünkü senin güzel kuşun sevinçler içinde içeri dalar,tadı güzel besin aşağı iner;işte bunun için ,mağara da, girinti çıkıntılar da,kanal da, yeraltı da güzeldir,önemlidir; hatta bizim o güzelim barsaklarımızın imgesine göre yapılmış olan labirent de. Biri önemli bir şey icat etmek istediği zaman,oradan getirmek zorundadır onu; çünkü sen de oradan geldin,doğduğun gün.Üretkenlik bir kovuğun içindedir her zaman;orada önce bir şey çürür,sonra karşında bir küçük Çinli,bir hurma,bir baobab beliriverir. Ama yukarısı, her zaman aşağıdan daha iyidir; çünkü baş aşağı durursan kan başına sıçrar; çünkü ayaklar kokar,saçlarsa daha az kokar; çünkü bir ağaca çıkıp meyve toplamak,sonunda yeraltına gir

Aşkın Metafiziği - Schopenhauer

Erkeğin aşkı, doygunluğa erdiği andan sonra gözle görülecek şekilde azalır, önüne çıkan her kadın, elde ettiği kadından daha çekici gelir ona; çeşitliliği arzulamaya başlar. Kadının aşkı ise, doygunluğa erdiği andan sonra artmaya başlar. Bu doğanın amacının, türün sürdürülmesi ve elden geldiğince çoğaltılması olmasının bir sonucudur. Erkek bir yılda 100’den fazla çocuğu kolaylıkla yapabilir; oysa kadın, ne kadar erkekle sevişirse sevişsin, yılda ancak bir çocuk yapabilir. İşte bundan ötürü erkeğin gözü her zaman başka kadınlardadır, oysa kadın bir tek erkeğe iyice bağlanır. Çünkü doğa onu, kendisi farkına varmaksızın, gelecekte doğacak çocuğun besleyicisini ve koruyucusunu elde tutacak biçimde davrandırmıktadır. Bu bakımdan, evlilik hayatında erkeğin gösterdiği sadakat yapay, kadınınki ise doğal ve kadının kocasını aldatması, hem sonuçları bakımından nesnel olarak hemde doğaya aykırı bulunmasından dolayı öznel olarak, erkeğin aldatmasından daha güç bağışlanan bire suç olarak görülmüştü