Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Karamazov Kardesler, Ivan ve Alyosa,Dostoyevski

-(İsa’nın on beş yüzyıl önce “yeniden geleceğim” dediğini yazıyordu kitaplar. Daha yeryüzündeyken “Yeniden geleceğim günü, saati göklerdeki Babamdan başka hiç kimse bilmez.onun oğlu olan ben bile bilmiyorum, demişti.” İvan şiirinde İsa’nın yeniden gelişini anlatıyor.).... Bir an bile olsa, acılar, kederler içinde kıvranan, iğrenç günahlara batmış, ama gene de O’na çocuksu bir sevgiyle bağlı olan ulusa görünmeye karar verdi. Yapıtımdaki olay İspanya’da, Sevil’de geçiyor. Tanrının onuruna her gün ateşler yükseldiği, Yüce otodafe’de* Dinsiz çılgınlar yakıldığı, yıllar... Ah, elbette bu gelişi, söz verdiği gibi, dünyanın sonu yaklaşırken göksel bir görkem içinde, “doğudan batıya çakan bir şimşek” gibi birdenbire inişi değildir. Hayır, bir an içinde olsa, dinsizlerin yakıldığı ateşlerin çatırdadığı ülkedeki evlatlarını görmek istemiştir. On beş yüzyıl önce insanlar arsında üç yıl gezdiği insan kılığıyla girmiştir aralarına gene. Bu güney kentinin sıcak alanına iniyor. Aynı alanda bir gün ön

Tarihimizde Garip Vakalar - Reşad Ekrem Koçu

İçki yasağının en amansız devri, IV. Murad zamanı olmuştu. Ne kadar garip bir tesadüftür ki ayyaşların piri Bekri Mustafa da o devirde yaşamıştır; muhtemeldir ki layemut şöhretini, o müthiş yasağa rağmen içki içmesi yüzünden ve bu kahbar padişahın lutfi mahsusuna uğrayarak başını cellat pençesinden kurtarmasından almış olacaktır. Bekri Mustafa üzerine nakledilen en güzel fıkralardandır: Mustafa Üsküdar iskelesinde kayıkçılık yaparken bir gün Sultan Murad ile Sadrazam Bayram Paşa tedbil gelirler ve mahsus koca ayyaşın kayığına binerler, sahilden bir hayli açılınca, kayıkçı, rakı destisini dikip birkaç yudum çeker. Sultan Murad, “Baba destiyi uzat, bir yudum da ben içeyim!” der. Mustafa güler, “Sen içemezsin oğul, içindeki su değil, rakı!” der. Padişah, “Niye içemeyelim?” deyince, “Tahammül edemezsiniz, belli olur, hem kendinizi hem de beni yakarsınız!” der. Beriki ısrar edince destiyi uzatır. Yol aladursunlar, desti elden ele dolaşır. Bir ara Sultan Murad, “Baba sen padişah yasağında

Gülün Adı, Umberto Eco

Bir an geldi ki, kendimizi ilk girdiğimiz yedigen salonda bulduk (bu oda, merdiven ağzı orada bulunduğu için tanınabiliyordu); sağa doğru yürüyerek bir odadan ötekine doğru geçmeye çalıştık. Üç odadan geçtikten sonra kör bir duvarla yüzyüze geldik. İki çıkışı olan bir önceki odaya geri döndük; daha önce geçmediğimiz kapıdan geçip başka bir odaya girdik ve kendimizi gene ilk önce girdiğimiz yedigen salonda bulduk. "Geri döndüğümüz en son odanın adı neydi?" diye sordu William. Belleğimi zorladım: " Equus albus. " "İyi, şimdi gene onu bulalım." Bu kolay oldu. Oradan, insan geldiği yoldan geri dönmek istemiyorsa, Gratia vobis et pax denen odadan başka geçilecek yer yoktu; oradan, sağda bizi geri götürmeyecek yeni bir geçit bulduk gibi geldi bize. Sonunda bir kez daha In diebus illis 'i ve Primogenitus mortuorum 'u bulduk (Az önce gördüğümüz odalar mıydı bunlar?), ama en sonunda, daha önce görmediğimizi sandığımız bir odaya vardık: Tertia pars terrae c

Bozkırkurdu, Hermann Hesse

Burada bir şeyi daha eklemeden geçmemek gerekiyor: Harry tipinde pek çok insan var dünyada, özellikle pek çok sanatçı söz konusu tipe mensup kişilerin arasında yer alır. Bu tiptekilerin hepsi ayrı iki ruhu, ayrı iki insanı barındırır içinde; tanrısal ve şeytansal, anne ve baba kanı, mutluluk ve acı çekme yeteneği, insan ve kurt Harry'deki gibi düşmanca ve karmakarışık, yan yana ve iç içe sürdürür varlığını. Ve hayli tedirgin bir yaşam süren bu insanlar seyrek mutluluk anlarında bazen öylesine güçlü duygular ve dile gelmeyen güzellikler yaşar, anlık mutluluk köpüğü kimi vakit göz kamaştırarak öylesine yükseklere fırlayıp acılar denizinin dışına taşar ki, bu kısa bir süre için parıldayan mutluluğun köpükleri sağa sola saçılarak başkalarına dokunmadan geçemez, onları da büyüler. Böylece acılar denizi üzerinde bütün o sanat yapıtları değerine paha biçilmez geçici mutluluk köpükleri olarak gözlerini açar dünyaya; öyle yapıtlar ki, içlerinde acı çeken tek insan bir saatlik bir süre için

Dövüş Kulübü Chuck Palahniuk

"Güçlü kadın ve erkeklerin oluşturduğu bir sınıf var ve bunlar hayatlarını bir şeye feda etmek istiyorlar. Reklamlar insanları gerek duymadıkları arabaların ve kıyafetlerin peşinden koşturuyor. Kaç kuşaktır insanlar nefret ettikleri işlerde çalışıyorlar, neden? Gerçekte ihtiyaç duymadıkları şeyleri satın alabilmek için." "Bizim kuşağımız büyük bir savaş görmedi, büyük bir buhran yaşamadı, ama bizim de bir savaşımız var. Büyük bir ruhani savaş bu. Kültüre karşı büyük bir devrim hazırlıyoruz. Büyük buhran bizim hayatlarımız. Biz ruhani bir buhran geçiriyoruz. "Onları köleleştirerek, bu insanlara özgürlüğün ne demek olduğunu göstermek zorundayız. Onları korkutarak, cesaretin ne olduğunu göstermek zorundayız. "Napolyon, bir kurdele parçası uğruna hayatlarını feda edecek insanlar yaratabilmekle övünürdü. "Düşün: Bir grev başlatıyoruz ve dünyadaki servet dağılımı yeniden düzenlenene dek hiç kimse çalışmıyor." "Rockefeller Merkezi'nin etrafındaki y

Jean Paul Sartre Duvar

Gitti. Giriş kapısı kuru bir gürültüyle kapanmıştı. Eve salonda yalnızdı. Keşke geberse. Elleriyle koltuğun arkalığına tutunup gerindi. Babasının gözleri aklına geliyordu. M. Darbedat, Pierre’in üstüne uzmanca bir tavırla eğilmişti. Ona: İyi iyi! demişti hastalarla konuşmasını bilen biri gibi. Ona bakmış ve Pierre’in yüzü iri, fıldır fıldır gözlerinin dibindebelirmişti. Babamdan nefret ediyorum Pierre’e baktığı zaman, onu gördüğünü düşünürken. Eve’in elleri koltuktan aşağı doğru kaydı, pencereye döndü. Gözleri kamaşmıştı. Oda güneş içindeydi, her yerde güneş vardı: Halının üstünde yusyuvarlak solgun ışıltılar halinde, havada, kör edici bir toz gibiydi. Eve, bu her yere dalan,her köşeyi temizleyen, eşyaları silip süpüren ve iyi bir hizmetçi kadın gibi onları pırıl pırıl yapan bu patavatsız ve hamarat ışığa karşı alışkanlığını kaybetmişti. Yine de pencereye kadar gitti, camın önündeki muslin perdeyi kaldırdı. O sırada M. Darbedat binadan çıkıyordu; Eve, birdenbire onun geniş omuzlarını

Jack Kerouac - Yolda

İriyarı, kapı gibi piyanist tam anlamıyla bir İtalyan kamyon şoförünü andırıyor; etli etli elleri var ve üzerinde taşkın, özenli bir memnuniyet hali. Bir saat boyunca çaldılar. Kimse dinlemiyordu. Kzy Clark Sokağı'nın yaşlı serserileri barda mal mal duruyor, fahişeler öfkeyle ciyaklıyordu. Gizemli Çinliler gelip geçiyordu. Hootchykootchy müziği girdi araya. Aynen devam ettiler. Dışarda, kaldırımda bir hayalet belirdi... keçi sakallı, 16 yaşında bir çocuk, elinde trompet çantasıyla. Çöp gibi zayıf, deli deli bakan bu çocuk gruba katılıp onlarla beraber çalmak istiyordu. Gruptaki elemanlar onu önceden tanıyor, onunla uğraşmak istemiyorlardı. Çocuk sessizce bara girdi, trompetini çaktırmadan çıkarıp, dudaklarına götürdü. Kimsenin umurunda olmadı. Kimse ona bakmadı. Grup çalmayı bitirdi, toparlandı ve başka bir barın yolunu tuttu. Gitmişlerdi. Çocuk trompetini çıkarmış, kurmuş, zilini parlatmıştı ve bu kimsenin umrunda değildi. Zayıf Chicago'lu genç çalmak istiyordu işte. Koyu renk
Arabayla uzaklaşırken arkanızda bıraktığınız insanların düzlükte ufalarak nokta haline gelip kaybolduklarını gördüğünüz anda hissettiğiniz o duygu nedir? fazlasıyla büyük bu dünya, bizi ezip geçiyor duygusudur bu; ve vedadır. ama biz yine de gökyüzünün altında bir sonraki çılgın maceraya doğru koşarız...

Mülksüzler Ursula K. Le Guin

Öğrenecekler kuşkusuz. Sonunda. Öğrenmeliler de. Bilimsel gerçek, sonunda galip gelir, güneşi bir kayanın ardına gizleyemezsin. Ama ellerine geçmeden önce bedelini ödemelerini istiyorum! Hakkımız olan yeri almamızı istiyorum. Saygı istiyorum: İşte bize bunu kazandırabilirsin. Sıçrama... Eğer Sıçrama'yı becerebilirsek, onların yıldızlararası motorunun zerre kadar önemi kalmaz. İstediğim para değil, anlıyor musun? Ceti biliminin, Ceti aklının üstünlüğünün tanınmasını istiyorum. Eğer yıldızlararası bir uygarlık olacaksa, o zaman benim halkımın o uygarlığın alt düzeyde bir üyesi olmasını istemiyorum! Soylu insanlar gibi katılmalıyız, elimizde büyük bir armağanla... Böyle olması gerekiyor. Neyse, neyse bazen bu konuda heyecanlanıyorum. Bu arada, kitabın nasıl gidiyor?

Körleşme,Elias Canetti

"Düşmanın yer değiştirmelerle ne amaç güttüğünü biliyorum. İstediği, böylece varolanlar üzerindeki denetimimizi yitirmemizdir. El koyduğu bölgelere karşı harekete geçemeyeceğimize inanıyor ve böylece gerçek durumu bilmeyişimize güvenerek, daha savaş ilanından önce bazı üyelerimizi bize belli etmeden kaçırmayı planlıyor. Yüksek fidye alabilmek amacıyla bu işe en değerlilerinizden başlayacağından emin olabilirsiniz. Kaçırdıklarını arkadaşlarınıza karşı kullanmayı ise düşünmüyor. Çünkü neyin olanaksız olduğunu o da kestirebiliyor. Ne var ki savaşı sürdürebilmek için paraya, çok paraya gereksinmesi var. Şu anda varolan sözleşmelerse onun için değersiz birer kağıt parçasından ibaret. "Vatanınızdan koparılıp yeryüzünün dört bir yanına saçılmak, birer köle gibi, değeri biçilen, ellenip yoklanan, alınıp satılan, kendisiyle tek söz edilmeyen, sesi ancak hizmetlerini yaptıkları sırada, o da yarım kulakla dinlenen, hiçbir zaman ruhlarına inilmeyen, sahip olunan, ama sevilmeyen, olduğu y

Joker

".anlıyorsun ya, beni yakalayıp akıl hastanesine geri yollamanın bir önemi yok. Gordon delirdi,kendimi kanıtladım. Benim ve diğer herkesin arasında hiç bir fark olmadığını gösterdim! Hayatta ki en aklı başında adamı deliliğe indirgemek için sadece tek bir kötü gün yeterli. Eğer bir gece bir yabancı evinize gelip kızınızı vurabiliyorsa, bu rastgele adaletsizlik sizi delirtebilir.İşte dünya benim bulunduğum yerden ancak bu kadar uzakta. sadece tek bir kötü gün. Bir keresinde kötü bir gün geçirmiştin, haksız mıyım? Haklı olduğumu biliyorum. Kötü bir gün geçirdin ve her şey değişti, yoksa neden uçan bir sıçan gibi giyinesin? Kötü bir gün geçirdin ve bu seni diğer herkes gibi delirtti...Sadece bunu kabul etmezsin ki! Hayatın bir anlamı varmış, tüm bu mücadelenin bir amacı varmış gibi davranmak zorundasın! Tanrım, kusmak istememe sebep oluyorsun. Demek istediğim... senin derdin ne? senin sen olmana ne sebep oldu? Belki kız arkadaşın mafya tarafından öldürüldü.,erkek kardeşin bir haydut

Martin Eden -Jack London

Bu şekilde sözünüzü kestiğim için özür dilerim bayan. Sanırım bu tür konulardan pek anlamadığım bir gerçek. Benim sınıfıma ait değil bunlar. Fakat öğreneceğim. " Sözleri sanki bir tehdit gibiydi. Sesi kararlı çıkıyor, gözleri parlıyordu, yüz hatları sertleşmişti. Kıza adamın çenesinin açısı değişmiş gibi geldi, ucu nahoş bir şekilde saldırgan görünüyordu. Aynı zamanda adamdan yükselen yoğun bir erkeklik dalgası gelip onu sarmış gibiydi. "Sanırım bunları... öğrenebilirsiniz," diye gülerek sözlerini bitirdi. "Çok güçlüsünüz." Bakışları bir an kaslı, bir boğanınki kadar kalın, güneşte bronzlaşmış, her yerinden sağlık ve güç fışkıran boyna takıldı. Adam karşısında kızarmış, aciz görünüyordu ama yine de ona doğru çekildiğini hissetti. Zihnine hücum eden uygunsuz bir düşünceyle şaşkına döndü. İki elini bu boynun üstüne koyabilse bütün kuvvet ve canlılık ona geçecekmiş gibi geliyordu. Yaradılışında var olan, hayali bile kurulmamış bir ahlaks

Gülün Adı Umberto Eco

Bir an geldi ki, kendimizi ilk girdiğimiz yedigen salonda bulduk (bu oda, merdiven ağzı orada bulunduğu için tanınabiliyordu); sağa doğru yürüyerek bir odadan ötekine doğru geçmeye çalıştık. Üç odadan geçtikten sonra kör bir duvarla yüzyüze geldik. İki çıkışı olan bir önceki odaya geri döndük; daha önce geçmediğimiz kapıdan geçip başka bir odaya girdik ve kendimizi gene ilk önce girdiğimiz yedigen salonda bulduk. "Geri döndüğümüz en son odanın adı neydi?" diye sordu William. Belleğimi zorladım: " Equus albus. " "İyi, şimdi gene onu bulalım." Bu kolay oldu. Oradan, insan geldiği yoldan geri dönmek istemiyorsa, Gratia vobis et pax denen odadan başka geçilecek yer yoktu; oradan, sağda bizi geri götürmeyecek yeni bir geçit bulduk gibi geldi bize. Sonunda bir kez daha In diebus illis 'i ve Primogenitus mortuorum 'u bulduk (Az önce gördüğümüz odalar mıydı bunlar?), ama en sonunda, daha önce görmediğimizi sandığımız bir odaya vardık: Tertia p

Benim Hüzünlü Orospularım, Gabriel Garcia Marquez

Sabahın erken saatlerinde nerede olduğumu hatırlayamayarak uyandım. Kız, sırtı bana dönük olarak cenin gibi kıvrılmış uyuyordu hâlâ. Onun karanlıkta kalktığını ve banyoda sifonun sesini duymuşum gibi belirsiz bir duyguya kapılmıştım, ama rüya da olabilirdi. Bu benim için yepyeni bir şeydi. Kadınları baştan çıkarma hünerlerinden haberim yoktu benim, bir gecelik sevgililerimi ben hep hoşluklarından çok ücretleri için seçmiştim, çoğunlukla yarı giyimli olarak ve her defasında birbirimizi olduğumuzdan daha iyi hayal edebilmek için karanlıkta yatarak, sevgisiz sevişirdik. O gece, uyuyan bir kadının vücudunu, arzunun zorlamalarına kapılmadan ya da edep duygusunun engellerine takılmadan seyretmenin inanılmaz zevkini keşfetmiştim. Saat beşte kalktım, tedirgindim, çünkü Pazar yazımın saat onikiden önce yazı işlerinde olması gerekiyordu. Her zaman dakik olan defihacet ihtiyacımı yine mehtaplı gecelerdeki yanmalarla giderdim, sifonun zincirini çekip bıraktığımda geçmişten gelen kırgın

Karamazov Kardesler,Dostoyevski

"Gerçeği söylüyorum size, gerçeği: Buğday tanesi yere düştükten sonra yok olmazsa, bir buğday tanesi olarak kalır;ama yok olursa , o zaman bereketli ürün verir. " Düşmüş, hakarete uğramış bir insan için çevresindekilerin ona yardıma koşmaları çok ağır bir şeydir... * Kendi kendine yalan söyleyip, söylediği yalana inanan kimse sonunda işi, kendi içindeki, çevresindeki gerçekleri tanımamaya, bunun sonucu olarak da kendisine ve çevresindekilere saygı duymamaya dek vardır. Kendi kendine saygısını yitirince içinde sevgi diye bir şey de kalmaz insanın. İçinde sevgi olmayınca oyalanmak, eğlenmek için kötü tutkulara, iğrenç şehvete bırakır kendisini, hayvanca yaşamaya başlar.bütün bunların tek nedeni insanın, çevresindekilere ve kendi kendine yalan söylemesidir. Kendine yalan söyleyen kimse herkesten çabukta gücenebilir. Gel gelelim, gücenmek bazen hoş bir şeydir, ne dersiniz? Onu hiç kimsenin incitmediğini, hakaret etmediğini bile bile, hiç yoktan bir hakaret yaratmak,

Yeraltından Notlar,Dostoyevski

Ben ne aşklar, Tanrım, ne aşklar yaşadım hayallerimde bu güzel ve yüksek şeylere sığınmakla. Yeryüzündeki hiçbir varlıkla ilişkisi olmayan, bu tümüyle hayal olan güçlü aşklarım ruhumu o denli cömertçe dolduruyordu ki sonradan gerçek bir aşka en ufak bir gereksinme duymuyordum. Doğrusu, gerçekte var olan birini sevmek benim için oldukça lüks olurdu. “ “İnsanoğlu amacına doğru ilerlemeyi sever, fakat amacını elde etmeyi değil. Çok gülünç bir durum doğrusu. İnsanın yaratılıştan gülünç bir varlık olmasındadır bütün terslik zaten. İki kere iki dört, çekilmez bir şey. İki kere iki dört, bana sorarsanız, bir küstahlıktır. İki kere iki dört, ellerini böğrüne dayayarak yolumuzu kesen, sağa-sola tükürük atan bir külhanbeyinin ta kendisidir. İki kere iki dördün yetkinliğine (mükemmelliğine) inanırım, ama en çok övülmeye değer bir şey varsa, o da iki kere ikinin beş etmesidir. “Her insanın anılarında herkese söyleyemeyeceği, ancak dostlarına açabileceği şeyler vardır. Hatta dostlarına bile açılama

Dövüş Kulübü Chuck Palahniuk

..Binlerce yıldır insanoğlu bu gezegendeki her şeyin içine etmiş, her şeyi boka çevirmişti ve şimdi tarih benden herkesin pisliğini temizlememi bekliyordu.Boş konserve kutularını suyla çalkalamalı ve yassıltmalıydım. Kullandığım her benzin damlasının hesabını vermeliydim. Ayrıca nükleer atıkların, gömülmüş mazot tanklarının ve ben doğmadan bir kuşak önce atılmış çöplerin oluşturduğu zehirli yığınların faturasını üstlenmek zorundaydım. ...Dünyadan tarihini söküp atmak istiyorduk. Paper Street'teki evde kahvaltı etmekteyken, Bir düşün dedi Tyler, unutulmuş golf sahasının on beşinci bölgesinde turp ve patates ekiyorsun. Rockefeller Merkezi'nin etrafındaki yıkıntıların arasında, rutubetli kanyonların içinde koşturarak geyik avlıyorsun. Seattle'daki gözlem kulesinin kırk beş derecelik açıyla yan yatmış iskeletinin yanı başında istiridye topluyorsun. Gökdelenlerin cephelerini dev totem maskeleriyle ve Polinezya yerlilerinin korkunç suratlı tanrılarıyla süslüyoruz. Geri dönüştürm

Lolita - Vladamir Nabokov

Sevgili Dolores'im benim! Seni, kömürlüklerde, arka sokaklarda küçük kızların başına gelenlerden ve heyhat, hatta (senin de çok iyi bildiğin gibi Nazlım) yazların en mavisinde mavi böğürtlen tarlalarının oralarda olanlardan da korumak istiyorum, sevgilim. İyi gününde de kötü gününde de koruyucun olarak kalacağım, sen cici bir kız olursan umarım herhangi bir mahkeme de çok geçmeden bunu yasallaştıracak. Yalnız, gel, yasal terimleri, bu terimlerce akılcı olarak nitelenen şu 'sefih ve gayri ahlaki birlikte yaşama' kavramını unutalım. Ben, küçük bir çocuğu çirkin emellerine alet eden bir cinsel sapık filan değilim. Senin ırzına geçen Charlie Holmes'dur, ben ise seni iyileştirmeye çalışıyorum. İkisi arasında dağlar kadar fark var. Ben senin babacığınım Lo. Bak, şu elimdeki küçük kızlardan söz eden ciddi mi ciddi bir kitap. Bak sevgilim neler diyor! Okuyorum: Sağlıklı küçük kızlar –sağlıklı diyor, duydun mu- sağlıklı küçük kızlar, genellikle babalarını hoşnut etme