15 Şubat 2007 Perşembe

Yeraltından Notlar,Dostoyevski


Ben ne aşklar, Tanrım, ne aşklar yaşadım hayallerimde bu güzel ve yüksek şeylere sığınmakla. Yeryüzündeki hiçbir varlıkla ilişkisi olmayan, bu tümüyle hayal olan güçlü aşklarım ruhumu o denli cömertçe dolduruyordu ki sonradan gerçek bir aşka en ufak bir gereksinme duymuyordum. Doğrusu, gerçekte var olan birini sevmek benim için oldukça lüks olurdu. “

“İnsanoğlu amacına doğru ilerlemeyi sever, fakat amacını elde etmeyi değil. Çok gülünç bir durum doğrusu. İnsanın yaratılıştan gülünç bir varlık olmasındadır bütün terslik zaten. İki kere iki dört, çekilmez bir şey. İki kere iki dört, bana sorarsanız, bir küstahlıktır. İki kere iki dört, ellerini böğrüne dayayarak yolumuzu kesen, sağa-sola tükürük atan bir külhanbeyinin ta kendisidir. İki kere iki dördün yetkinliğine (mükemmelliğine) inanırım, ama en çok övülmeye değer bir şey varsa, o da iki kere ikinin beş etmesidir.

“Her insanın anılarında herkese söyleyemeyeceği, ancak dostlarına açabileceği şeyler vardır. Hatta dostlarına bile açılamayacak, gizli kalması koşuluyla yalnız kendi kendimize itirafta bulunacağımız durumlar olur. Ama bir de öyleleri vardır ki, kendi kendimize bile açmaktan korkarız. Her aklı başında insanın dağarcığında bile böyleleri yığınla bulunur.

12 Ocak 2007 Cuma

Dövüş Kulübü Chuck Palahniuk


..Binlerce yıldır insanoğlu bu gezegendeki her şeyin içine etmiş, her şeyi boka çevirmişti ve şimdi tarih benden herkesin pisliğini temizlememi bekliyordu.Boş konserve kutularını suyla çalkalamalı ve yassıltmalıydım. Kullandığım her benzin damlasının hesabını vermeliydim.

Ayrıca nükleer atıkların, gömülmüş mazot tanklarının ve ben doğmadan bir kuşak önce atılmış çöplerin oluşturduğu zehirli yığınların faturasını üstlenmek zorundaydım.

...Dünyadan tarihini söküp atmak istiyorduk.

Paper Street'teki evde kahvaltı etmekteyken, Bir düşün dedi Tyler, unutulmuş golf sahasının on beşinci bölgesinde turp ve patates ekiyorsun.
Rockefeller Merkezi'nin etrafındaki yıkıntıların arasında, rutubetli kanyonların içinde koşturarak geyik avlıyorsun. Seattle'daki gözlem kulesinin kırk beş derecelik açıyla yan yatmış iskeletinin yanı başında istiridye topluyorsun. Gökdelenlerin cephelerini dev totem maskeleriyle ve Polinezya yerlilerinin korkunç suratlı tanrılarıyla süslüyoruz.

Geri dönüştürme, sürat limitleri, hepsi palavra dedi Tyler. Ölüm döşeğinde sigarayı bırakmaya benziyor bunlar.

Dünyayı kurtaracak bir şey varsa o da kargaşa projesi olacaktı. Kültürel bir buzul çağı. Vaktinden önce başlatılmış bir karanlık çağ. Kargaşa projesi sayesinde insanlık, dünyanın kendisini toparlamasına yetecek bir süre boyunca eylemsizliğe mahkum olacaktı.

...Bir düşün. dedi Tyler. Mağaza vitrinlerinin yanından geçerek geyiklerin izini sürüyorsun. Askılar dolusu şık elbise ve smokin oldukları yerde küflenip kokuşuyor. Ömrünün geri kalanı boyunca deri giysiler giyiyor ve Sears kulesi'ni sarmalayan sarmaşıklara tutunarak yukarı tırmanıyorsun. Fasulye filizine tırmanan masal çocuğu gibi o azgın nemli bitki örtüsü içinden kendine yol açarak tepeye çıkıyorsun. Ve hava o kadar temiz ki, aşağı baktığında, ağustos sıcağında yüzlerce kilometre uzanıp giden terk edilmiş sekiz şeritlik dev bir otoyolun boş emniyet şeridine geyik eti seren ve mısır öğüten minicik insanlar görüyorsun.

Medeniyetin tasfiyesi. Derhal ve hemen.

28 Ağustos 2006 Pazartesi

Lolita - Vladamir Nabokov


Sevgili Dolores'im benim! Seni, kömürlüklerde, arka sokaklarda küçük kızların başına gelenlerden ve heyhat, hatta (senin de çok iyi bildiğin gibi Nazlım) yazların en mavisinde mavi böğürtlen tarlalarının oralarda olanlardan da korumak istiyorum, sevgilim. İyi gününde de kötü gününde de koruyucun olarak kalacağım, sen cici bir kız olursan umarım herhangi bir mahkeme de çok geçmeden bunu yasallaştıracak. Yalnız, gel, yasal terimleri, bu terimlerce akılcı olarak nitelenen şu 'sefih ve gayri ahlaki birlikte yaşama' kavramını unutalım. Ben, küçük bir çocuğu çirkin emellerine alet eden bir cinsel sapık filan değilim. Senin ırzına geçen Charlie Holmes'dur, ben ise seni iyileştirmeye çalışıyorum. İkisi arasında dağlar kadar fark var. Ben senin babacığınım Lo. Bak, şu elimdeki küçük kızlardan söz eden ciddi mi ciddi bir kitap. Bak sevgilim neler diyor! Okuyorum: Sağlıklı küçük kızlar –sağlıklı diyor, duydun mu- sağlıklı küçük kızlar, genellikle babalarını hoşnut etmek için çırpınırlar. Bu kızlar, küçükten beri babalarını o ebedi, o ele geçirilmez erkeğin (Polonius aşkına, 'ele geçirilmez' diyor!), erkeğin öncülü olarak görürler. Aklı başında anneler (zavallı anneciğinin de aklı başında olacaktı yaşasaydı!) kızlarının, romantik hülyalarını (üslubun bayağılığı için özür dilerim!) ve erkekler konusundaki düşüncelerini babalarıyla kurdukları ilişkilerden türettiklerini bilerek, babayla kız arasındaki ilişkileri destekleyeceklerdir. Bu kitabın ne türlü ilişkileri kastettiğini ve önerdiğini gördük; değil mi? Okumaya devam ediyorum; Sicilyalılar'da, babayla kız arasındaki cinsel ilişkiler son derece doğal sayılır ve bu tür ilişkilere giren genç kıza üyesi olduğu topluluk tarafından kötü gözle bakılmaz. Sicilyalılara hayranımdır Lo, ne iyi sporcular, ne iyi müzikçiler, ne dürüst, ne iyi insanlar ve evet, ne büyük aşıklar yetişmiştir. Sicilyalılardan, Neyse, konudan ayrılmayalım. Daha geçenlerde gazetelerde orta yaşlı bir ahlak suçlusunun suçunu itiraf ettiğini okuduk; 'Adam' yasasını çiğnemişmiş, dokuz yaşındaki bir küçük kızı her ne demekse, ahlaksız amaçlarına alet etmek için o eyaletten bu eyalete dolaştırıyormuş. Dolores, Sevgilim! Sen dokuz değil, neredeyse on üç yaşındasın. Hem kendini benim eyaletlerarası tutsağım olarak görmeni istemem. 'Adam' yasası denen şeyden de nefret ediyorum; hele adının o çift anlamlılığı! Anlambilim Tanrısının fermuarları kilitli orta sınıf tutucularına oyunu değil de nedir bu! Ben senin babanım, senin anlayacağın dilden konuşuyorum ve seni seviyorum

Doğmamış Kristof - Carlos Fuentes


Bu durumda kesin olan şeyler ve kesin olmayan şeyler var. Şu kesin: oğlana kova burcunda hamile kalındı. Şu kesin değil: Meksikalı bir fetüse dönüşme olasılığı babamın hesaplarına göre, yüz seksen üç trilyon, altı yüz yetmiş beş milyar, dokuz yüz milyon dört yüz beş bin yüz kırk sekizde bir, rahme düştüğüm gün öğle vakti gökten tepelerine yağan boku yıkamak için annemle birlikte girdikleri Pasifik Okyanusu'nda kulaç atarken yapıyor bu hesabı babam. Geri sayımın ilk günü diyorlar buna. Bense, yumurtalıktaki okuma dersine giderken mezarlıktan ilk geçişim diyorum; çünkü onlar şimdi o gün neler olduğunu hatırlasalar da, ben bütün olanları zaten biliyordum, babamın mikroyılanı annemin corona radiata'sına (corona corona değil ha, babamınki patlayan bir puroydu, hatta düşünüyorum da bir MIRV) gül yaprakları arasına uzanır gibi uzandığında biliyordum, o sırada büyük Kıllı Vadi muharebesinden geriye kalanlar jelatinsi zarı işgal etmişlerdi, de profundis clamavimus –ama kimse kendini rahat hissetmiyordu; hangimiz Dona Angeles'i (soyadı yok), Puebla, Veracruz, Guadalajara ve Mexico City'nin en nüfuzlu ailelerinin varisi Don Angel Palomar y Fagoaga Labastida Pacheco y Montes de Oca'nın karısını dölleme şerefine nail olacaktı? Milyonda bir, şanslı pezevenk, talihli kambur. Hepsi deli gibi ilerlemeye, barikatı aşmaya, kabuğu kırmaya ve öyle her önüne geleni yemeğe çağırmayan bu Penelope'nin sadakatini bertaraf etmeye çalışıyordu, sadece bir kişiye geçiş vardı, savaşlardan dönmüş şampiyon Ulyseks, en büyük, kromozomların Muhammed Ali'si, numero uno:

BENDEN Mİ SÖZ EDİYORSUNUZ?

27 Ağustos 2006 Pazar

Bozkırkurdu - Hermann Hesse


Burada bir şeyi daha eklemeden geçmemek gerekiyor: Harry tipinde pek çok insan var dünyada, özellikle pek çok sanatçı söz konusu tipe mensup kişilerin arasında yer alır. Bu tiptekilerin hepsi ayrı iki ruhu, ayrı iki insanı barındırır içinde; tanrısal ve şeytansal, anne ve baba kanı, mutluluk ve acı çekme yeteneği, insan ve kurt Harry'deki gibi düşmanca ve karmakarışık, yan yana ve iç içe sürdürür varlığını. Ve hayli tedirgin bir yaşam süren bu insanlar seyrek mutluluk anlarında bazen öylesine güçlü duygular ve dile gelmeyen güzellikler yaşar, anlık mutluluk köpüğü kimi vakit göz kamaştırarak öylesine yükseklere fırlayıp acılar denizinin dışına taşar ki, bu kısa bir süre için parıldayan mutluluğun köpükleri sağa sola saçılarak başkalarına dokunmadan geçemez, onları da büyüler. Böylece acılar denizi üzerinde bütün o sanat yapıtları değerine paha biçilmez geçici mutluluk köpükleri olarak gözlerini açar dünyaya; öyle yapıtlar ki, içlerinde acı çeken tek insan bir saatlik bir süre için yazgısının alabildiğine üstüne çıkar, bir yıldız gibi parıldar mutluluğu ve onu algılayan herkese sonsuz bir nesne ve kendi mutluluk düşü gibi görünür. Yaptıkları işlerin, yarattıkları yapıtların isimleri ne olursa olsun, bütün bu insanların gerçekte bir yaşamı yoktur, yani yaşamları bir varoluş değildir, belli bir biçim taşımaz, başkalarının yargıç, hekim, ayakkabıcı ya da öğretmen olduğu gibi kahraman, sanatçı ya da düşünür değildir bu kişiler; yaşamları sonu gelmeyen çileli bir devinimdir, kayalara vurup çatlayan dalgalara benzer, mutsuz ve acılı biçimde parçalanmıştır, tüyler ürperticidir; böyle bir yaşamın karmaşası üstünde ışıldayan seyrek yaşantılar da, eylemler de, düşüncelerde ve yapıtlarda saklı anlam dışında bir anlam içermez. Bu tip insanlar arasında oluşmuş tehlikeli ve korkunç düşünceye göre, belki tüm insan yaşamı ciddi bir yanılgıdan öte bir şey değildir, ilk ana'nın ölü doğmuş bir yavrusudur, doğanın çılgınca ve dehşet verici başarısız bir denemesidir. Yine aynı insanlar arasında oluşmuş bir başka düşünce vardır ki, buna göre insan belki sadece yarım akıllı bir hayvan değil, Tanrıların kendisine ölümsüzlük bağışlanmış bir çocuğudur.

28 Temmuz 2006 Cuma

Androidler Elektrikli Koyun Duslermi - Philip K.Dick

Kapalı kapının ardında televizyondan başka bir yaşamın varlığını sezinledi. Zorlanan duyuları ona sessiz ve garip bir korkunun kokusunu getirdi. Geriye çekilen, kaçmak istercesine kapıya en uzakta kalan duvara yapışan birinin korkusuydu bu.
Isidore: 'Hey! Yukarıda yaşıyorum. Televizyonun sesini duydum. Tanışalım, tamam mı?' deyip, dinleyerek bekledi, ama belli ki sözleri içerdeki kişiyi rahatlatmamıştı. Sessizlik devam ediyordu. "Size bir paket margarin getirdim." Sesini duyurabilsin diye kapalı kapıya doğru iyice yaklaşmıştı. "Benim adım J.R. Isidore ve tanınmış hayvan veterineri olan Bay Hannibal Sloat için çalışıyorum. Adını duydunuz mu hiç? Saygı gören biriyim ve bir işim var. Ben Bay Sloat'un kamyonunu kullanıyorum." Kapı aralandığında korkudan neredeyse büzülmüş ama yine de ısrarla, destek almak istercesine kapıya tutunan bir kız, karşısında duruyordu. Korku onu hastaymış gibi gösteriyor, sanki birisi tüm kemiklerini kırmış da sonradan acemice ve nefretle birleştirmeye çalışmış gibi vücudunun şeklini çarpıtıyordu. İnanılmaz büyüklükteki gözleri gülümsemeye çalıştığında bile donuktu.
John anlayış sahibi bir tavırla, "bu binada kimsenin yaşamadığını sanıyordun değil mi? Terkedilmiş sandın." dedi.
Kız başını sallayarak fısıldarcasına konuştu:"Evet."
Isidore devam etti. "Komşularının olması her zaman iyidir. Sen gelene kadar hiç komşum yoktu. Tanrı biliyor ya bu hiç de eğlenceli değildi."
"Bu binada benim dışımda sadece sen mi varsın?" Şimdi korkusundan az da olsa uzaklaşmış gibiydi. Vücudu dikleşti ve eliyle koyu renkli saçlarını düzeltti. John onun ufak tefek ama güzel bir vücudu olduğunu fark etti. Uzun, simsiyah kirpiklerinin gölgelediği gözleri de çok güzeldi. Üzerinde pijama altlığından başka hiçbir şey yoktu. John dairenin içine doğru göz gezdirdiğinde oldukça dağınık olduğunu gördü. Her yer yarı boşaltılmış bavullarla doluydu. Boşaltılan eşyalar etrafa saçılmıştı. Fakat bu doğaldı; kız henüz yeni taşınıyordu.
"Senin dışında sadece ben varım ve seni rahatsız etmem." Isidore, kendini suratsız biri gibi hissetti. Eski, savaş öncesi adetlere uygun "hoş geldin" hediyesini kız ya fark etmemişti ya da margarinin ne olduğunu bile bilmiyordu. John'un gördüğü kadarıyla kız sadece şaşkınlıktan ve gittikçe azalan korkusundan sersemlemişti. John bu rahatsız edici atmosferi dağıtmak için konuşmasını sürdürdü: "Eski dost Buster. Onu seviyor musun? Ben her sabah ve her akşam eve döndüğümde onu seyrederdim. Ayrıca yemek yerken de onu seyrederim. Hatta gece gösterisini bile, yani en azından televizyonum bozulana kadar seyrederdim."
"Kim..." kız devam edemeden sustu. Sanki kendine kızmışcasına dudağını ısırıyordu.
"Arkadaş Canlısı Buster," Bu kızın dünya yüzündeki en komik gösteriyi bilmemesi Isidore'u şaşırtmıştı. "Buraya nereden geldin?"
"Bunun bir önemi olduğunu düşünmüyorum." Gerç kız ona bir bakış attı. Gördüğü bir şey onu rahatlatmış olmalı ki vücudu az da olsa gevşedi. "Bir arkadaşımın olması beni de mutlu eder, tabii ilerde tam anlamıyla taşındığımda. Şu anda bunu düşünmüyorum bile." John şaşkındı; bu kızla ilgili her şey onu şaşırtıyordu. "Niye düşünemezsin?" Belki de burada uzun süre yalnız yaşadığından dolayı garipleşen kendisiydi. Tavuk kafaların böyle olduğunu duymuştu. Bu düşünce kendini daha da kötü hissetmesine sebep oldu, ama cesaretle devam etti. "Bavulları açmana ve mobilyaları düzenlemene yardım edebilirim." Kapı her an suratına kapanabilecek kadar aralıklı."Benim mobilyam yok. Gördüğün her şey ben geldiğimde de buradaydı."
"iyi de bunlar bir işine yaramaz." Isidore'un bunu anlaması için bir bakış yetmişti. Sandalyeler, halılar, masalar, hepsi çürümüş ve toplu bir perişanlığın altında ezilmişlerdi. Hepsi zamanın despotluğunun ve bakımsızlığın kurbanıydı. Bu dairede yıllardır kimse yaşamamıştı.

Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel Garcia Marquez

Ertesi sabah, Kızılderili Cataure'nin evden gitmiş olduğunu gördüler. İçinden bir ses, dünyanın öbür ucuna da gitse bu ölümcül hastalığı...