Floransa Büyücüsü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Floransa Büyücüsü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Aralık 2009 Cumartesi

Floransa Büyücüsü, Salman Rushdie :"Şah'ın Rüyası, Aşk bir hastalıktır"


Hükümdar o gece rüyasında aşkı gördü. Rüyasında yine Bağdat Halifesi Harun Reşid idi, tebdili kıyafetle bu kez Espanbur şehri sokaklarında dolaşıyordu. Fakat, birden bire her yanını tedavisi mümkün olmayan bir kaşıntı sardı. Hemen Bağdat'taki sarayına döndü, dönerken altı fersahlık yol boyunca kaşım kaşım kaşındı ve saraya varır varmaz, eşek sütüyle yıkandı, gözde odalıklarına tüm vücudunu balla ovdurdu. Halâ çıldıracak gibi kaşınıyordu ve neredeyse ölecek hale gelene kadar vücuduna hacamat vurmalarına ve sülük yapıştırmalarına rağmen, hiçbir hekim derdine deva bulamadı.
Bu şarlatanları başından savan Harun Reşid gücüne kavuşunca, düşünüp taşındı, geçmek bilmez kaşıntıdan kurtulmanın tek çaresinin onu fark etmeyecek hale gelene kadar, başka şeylerle oyalanmak olduğuna karar verdi.
Kendisini güldürsünler diye ülkesinde ki en ünlü meddahları, zihninin sınırlarını zorlasınlar diye en bilgili alimleri çağırttı. Şehvani rakkaseler arzularını uyandırıyor, maharetli odalıklar uyanan arzularını yatıştırıyorlardı. Fakat kaşıntısı hiçbir iyileşme alameti göstermeden, aynı şiddetiyle devam ediyordu. Kaşıntı illetini kökünden kazımak için Espanbur şehrini tecrit ettirerek bütün olukları ve su yollarını kaynar buharla temizletti, fakat kendisi gibi şiddetli kaşıntı marazından şikayet eden başka kimse yoktu. Başka bir gece yüzünü saklayarak Bağdat sokaklarında dolaşırken, üst kat pencerelerinden gelen bir ışığı fark etti ve başını kaldırınca bir mum aleviyle aydınlanan, yüzü altından yapılmışa benzeyen bir kadına gözü ilişti. Bir an için kaşıntısı tamamen geçti, fakat kadın o anda pencere kepenklerini kapatıp, mumu üfleyince kaşıntı geri döndü, şimdi eskisinden iki kat beterdi. Kaşıntısının tabiatı o anda Halife'ye malum oldu. Espanbur'da dolaşırken, aynı yüzün benzerinin bir an boyunca başka bir pencereden baktığını görmüş, kaşıntı ondan sonra başlamıştı. "Bulun onu " diye buyurdu vezire, "zira bana nazarı dokunan odur."
Muhafızlar yedi gün boyunca aradılar ama bulamadılar, sekizinci gün peçeli bir kadın kendiliğinden saraya geldi ve huzura kabul edilmeyi talep etti, Halife'nin acısını dindirebileceğini iddia ediyordu. Harun Reşid, huzura getirilmesini buyurdu. "Demek o cadı sensin!" diye haykırdı. "Ben o işlerden anlamam dedi" kadın, "fakat Espanbur sokaklarında dolaşan bir adamın yüzünü gördüğüm andan itibaren dur durak bilmeden kaşınıyorum. Istırabıma çare olur diye Bağdat'a taşındım, fakat ne çare. Sonra Bağdat Halife'sinin de kaşındığını, kaşıntısına neden olan kadını aradığını duydum ve bilmecenin cevabını buldum."
Bunları söyledikten sonra hiç çekinmeden yüzündeki örtüyü açtı ve onun suretini gören Halife'nin bir anda kaybolan kaşıntılarının yerini bambaşka bir his aldı. "Seninki de geçti mi" diye sorunca, kadın başıyla onayladı. "Artık kaşınmıyorum, ama yerine bambaşka bir şey hissediyorum."
"Bu da çaresiz bir hastalıktır" dedi Harun Reşid, "hiçbir adamın tedavi etmeye gücü yetmez."
Halife ellerini çırptı ve yakında evleneceğini ilan etti, hanımıyla birlikte sonsuza dek mutlu yaşadı, taki.. Günleri Yok Eden Ölüm çıkagelene dek..

Floransa Büyücüsü, Salman Rushdie "Aylar süren sessizlik"


...
Şah savaştan döndüğünde ilan olunan sessizlik buyruğu, şehrin sakinlerinin boğulacak gibi hissetmelerine sebep oluyordu. Şahlar şahının istirahatini aksatma korkusundan, kesilen tavukların gagası sıkı sıkıya bağlanıyordu. Gıcırdayan bir araba tekerleği, arabacının kamçılanmasına neden olabilir, kamçının altında haykırırsa, cezası daha da ağırlaşırdı. Doğum yapan kadınlar, çığlıklarını bastırıyor, pazar yerinde ki sessiz nümayiş topluca sahnelenen bir delilik gösterisini andırıyordu. Ahali, "Şah buradayken hepimiz çıldırıyoruz" diyor, arkasından, "sevinçten çıldırıyoruz" tabii diye ekliyordu, çünkü casuslar ve gammazlar her yerdeydi. Çamur şehir, şahını seviyordu, bu konuda ısrar ediyor, sözcüklere başvurmadan diretiyordu, çünkü sözcükler o yasak kuşaktan, sesten biçilmişti. Şah bir kez daha seferberlik ilan edip, yola koyulduğunda sessizlik hapishanesinin kilitleri açılıyor, borazanlar öttürülüyor, tezahüratlar başlıyor ve insanlar aylar boyunca içlerine atmak mecburiyetinde kaldıkları her şeyi nihayet birbirlerine söyleyebiliyorlardı.
Sana aşığım.
Annemi kaybettik.
Çorban enfes olmuş.
Borcunu ödemezsen , dirseklerini kırdırırım.
Canım sevgilim, bende seni seviyorum.
Her şey söyleniyordu...

Floransa Büyücüsü Salman Rushdie, "Ekber ve Birbal"


..
Peki o zaman dedi Ekber, "söyle bakalım, önce tavuk mu yumurtadan çıkmıştır, yumurta mı tavuktan?"
Birbal, hemen cevap verdi: "Önce tavuk yumurtadan çıktı." Ekber şaşırıp kalmıştı. "Nasıl emin olabiliyorsun?" diye sordu. Majesteleri dedi Birbal, "yalnızca bir sorunuzu cevaplamaya söz vermiştim."
Başvezir ve Şah, şehir surlarında durmuş, havada daireler çizen kargalara bakıyorlardı." Birbal" dedi Ekber, "sence ülkemde kaç karga vardır", "Cihanpenah, ülkeniz topraklarında tam tamına 999999 tane karga vardır" Ekber şaşırmıştı, "diyelim ki hepsini saydırdık ve sayıları senin söylediğinden fala çıktı, bu ne anlama gelir?
"Komşu ülkelerde ki arkadaşlarının onları ziyarete geldiği anlamına gelir"
"Peki sayıları daha az çıkarsa?"
"O zaman bizimkilerden bazıları, uçsuz bucaksız dünyayı görmeye heves etmişlerdir."
...
Uzak bir ülkeden gelen batılı bir ziyaretçi, saray avlusunda Ekber'i bekliyordu; önemli bir dilbilimci olan bu Cizvit keşişi, onlarca dil biliyor, hepsini şakır şakır konuşabiliyordu. Ekber'den anadilini tahmin etmesini istedi. Şah bu bilmeceyi çözmeye uğraşırken, başvezir farkettirmeden keşişin arkasına dolandı ve birden adamın arkasına esaslı bir tekme indirdi. Keşişin ağzından okkalı küfürler döküldü: Portekizce değil, italyanca küfretmişti. " Görüyorsunuz ya Cihanpenah" dedi Birbal, "sövüp saymaya gelince herkes anadilini tercih eder."

Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel Garcia Marquez

Ertesi sabah, Kızılderili Cataure'nin evden gitmiş olduğunu gördüler. İçinden bir ses, dünyanın öbür ucuna da gitse bu ölümcül hastalığı...