Ana içeriğe atla

Albert Camus-Yabancı

Herkes bilir ki, hayat, yaşanmak zahmetine değmeyen bir şeydir. Aslında otuz ya da yetmiş yaşında ölmenin önemli olmadığını bilmez değildim; çünkü her iki halde de başka erkeklerle başka kadınlar yine yaşayacaklar ve bu , binlerce yıl devam edecektir. Sözün kısası bundan daha açık bir şey yoktu. şimdi yahut yirmi yıl sonra olsun, ölecek olan hep bendim. O anda yapmakta olduğum muhakemede beni bir parça rahatsız eden şey, yirmi yıl daha yaşamak düşüncesiyle içimde duymakta olduğum o korkunç hamleydi.fakat bu hamleyi yatıştırmak için de, nihayet o gün gelip çatınca düşüncelerimin neler olacağını tahayyül etmekten başka yapacak işim yoktu. insan madem ki ölecektir, bunun nasıl ve nerede olacağının önemi yoktur, apaçık bir şeydir bu...
.....

Akşam,Marie beni görmeye geldi,kendisiyle evlenmek isteyip istemediğimi sordu.
"Bence bir,ama istersen evleniriz''dedim.
O zaman, kendisini sevip sevmediğimi öğrenmek istedi. Başka zaman da söylediğim gibi,''bunun bir anlamı yok,ama heralde sevmiyorumdur'' diye karşılık verdim. '
'Öyleyse niçin benimle evleneceksin?'' diye sordu.
Bunun hiç bir önemi olmadığını, isterse evlenebileceğimizi söyledim. Zaten isteyen kendisiydi,ben sadece evet demekle yetiniyordum.
O zaman Marie,''evlilik ciddi bir şeydir'' dedi.
Ben de; ''değildir'' diye karşılık verdim.
Bir an sustu, bana sessiz sessiz baktı.
Sonra yine konuştu. ''aynı biçimde bağlı olduğun bir başka kadın sana aynı öneride bulunsa kabul eder miydin,onu öğrenmek istiyorum'' dedi.
''Elbette ederdim'' dedim.
O zaman, ''ben seni seviyor muyum acaba?'' diye sordu.
Ben de ''bu konuda hiç düşünmedim''diye karşılık verdim.

Yorumlar

  1. "Herkes bilir ki, hayat, yaşanmak zahmetine değmeyen bir şeydir"
    ne vurucu, ne anlamlı bi cümledir o öyle.

    bir ara elime geçmişti bu kitap, okumadığım için pişman oldum şimdi.

    sayenizde birçok kitap hakkında bilgi sahibi oluyoruz, blogunuzu sömürüyoruz bu bağlamda efem, çok teşekkür ederim kendi adıma bu yüzden. :)

    YanıtlaSil
  2. Yabancı okunduktan sonra Zeki Demirkubuz'un Yazgı de filmi izlenmeli, uyarlama olarak yapılmış ve çok da güzeldi :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Duvar: Oda, Jean Paul Sartre

Mme Darbedat parmaklarının arasında bir lokum tutuyordu. Lokumu sakına sakına dudaklarına yaklaştırdı, lokumun bulandığı pudra şekeri tozlarının uçuşmasından korktuğu için nefesini tuttu. Kendi kendine Güllü, dedi. Bu billurlaşmış eti birden ısırdı ve ağzının içine beklemiş bir su tadı yayıldı. Hastalık, duyguları nasıl da inceltiyor; ne garip bir şey. Camileri, saygılı Doğuluları düşünmeye başladı (Düğünden sonra balayı gezilerinde Cezayir’e gitmişlerdi) ve solgun dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. Latilokum da saygılıydı. Elinin ayasını kitabının sayfalar üstünde birçok kereler dolaştırması gerekti, çünkü, bütün sakınmalarına karşılık, sayfalara beyaz pudradan bir tabakayla kaplanmıştı. Elleri, düz ve parlak kâğıt üstündeki küçük şeker taneciklerini kaydırıyor, yuvarlıyor, gıcırdatıyordu. Bu bana Arcochon’u, kumsalda kitap okuduğum zamanları hatırlatıyor. 1907 yazını deniz kıyısında geçirmişti. O zaman başında yeşil kurdeleli büyük hasır şapkası vardı, elinde Gyp ya da Colette

Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım, Tutunamayanlar, Oğuz Atay

Evet bu yüzden, yorgunluğumu anlatamıyorum kimseye Olric. Yakınmalarımda ince bir alay görüyorlar. Bu inceliği bana yakıştıranlar tabii cahil insanlar. Ötekilerle artık görüşmüyorum. Darıldım onlara. Onlar bu dargınlığımın farkında değil tabii. Kapıdan çıkıp gidince hemen unutuluyorum. Bir de benimle uğraşacak vakitleri yok. Çünkü uğraşmayadeğmiyorum. Ben de darıldım onlara işte. Yolda,onlardan birini görünce, sıkılarak gülümsüyorum. İçimden geçenleri saklamak istiyorum. Onların içinden ne geçtiğini anlayamıyorum; yüzlerinden belli olmaz ki duyguları. Bu nedenle,yüzlerini görmek içime sıkıntı veriyor. Sıkıntıma onlar sebep oldu sanki. Hepsi de sanki hiçbir şey olmamış gibi rahatça yürüyor yolda. Karşıdan karşıya emin adımlarla geçiyorlar. Günlük yaşayışlarını sürdürüyorlar. Galiba yalnız ben yoruldum. Ve bu yorgunluğumu yaşamak zorundayım. Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben

Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel Garcia Marquez

Ertesi sabah, Kızılderili Cataure'nin evden gitmiş olduğunu gördüler. İçinden bir ses, dünyanın öbür ucuna da gitse bu ölümcül hastalığın peşini bırakmayacağını söylediği için, ablası onunla gitmedi. Visitacion'un telaşına kimse anlam veremiyordu. Jose Arcadio Buendia, işi şakaya vurarak, Ne kadar az uyusak o kadar iyi, dedi, böylece hayattan daha çok kam alırız. Ama Kızılderili kadın, bitkinlik vermediği için hastalığın en korkulacak yanının uykusuzluk olmayıp zamanla daha da beter bir hale geldiğini ve bellek kaybına yolaçtığını uzun uzadıya anlattı. Dediğine göre, hastalanan biri uykusuzluğa alışınca, önce çocukluğundan kalma anıları unutuyordu, giderek eşyaların adını ve neye yaradıklarını bilmez oluyor, sonunda da insanları tanımıyor, kendini bile unutuyor ve geçmişi olmayan bellek yokluğuna uğruyordu. Jose Arcadio Buendia, bunun da Kızılderili batıl inançlarından kaynaklanan hastalıklardan biri olduğunu sanarak katıla katıla güldü. Oysa Ursula, ne olur ne olmaz diyerek, R