Ana içeriğe atla

Doğmamış Kristof - Carlos Fuentes

Bu durumda kesin olan şeyler ve kesin olmayan şeyler var. Şu kesin: oğlana kova burcunda hamile kalındı. Şu kesin değil: Meksikalı bir fetüse dönüşme olasılığı babamın hesaplarına göre, yüz seksen üç trilyon, altı yüz yetmiş beş milyar, dokuz yüz milyon dört yüz beş bin yüz kırk sekizde bir, rahme düştüğüm gün öğle vakti gökten tepelerine yağan boku yıkamak için annemle birlikte girdikleri Pasifik Okyanusu'nda kulaç atarken yapıyor bu hesabı babam. Geri sayımın ilk günü diyorlar buna. Bense, yumurtalıktaki okuma dersine giderken mezarlıktan ilk geçişim diyorum; çünkü onlar şimdi o gün neler olduğunu hatırlasalar da, ben bütün olanları zaten biliyordum, babamın mikroyılanı annemin corona radiata'sına (corona corona değil ha, babamınki patlayan bir puroydu, hatta düşünüyorum da bir MIRV) gül yaprakları arasına uzanır gibi uzandığında biliyordum, o sırada büyük Kıllı Vadi muharebesinden geriye kalanlar jelatinsi zarı işgal etmişlerdi, de profundis clamavimus –ama kimse kendini rahat hissetmiyordu; hangimiz Dona Angeles'i (soyadı yok), Puebla, Veracruz, Guadalajara ve Mexico City'nin en nüfuzlu ailelerinin varisi Don Angel Palomar y Fagoaga Labastida Pacheco y Montes de Oca'nın karısını dölleme şerefine nail olacaktı? Milyonda bir, şanslı pezevenk, talihli kambur. Hepsi deli gibi ilerlemeye, barikatı aşmaya, kabuğu kırmaya ve öyle her önüne geleni yemeğe çağırmayan bu Penelope'nin sadakatini bertaraf etmeye çalışıyordu, sadece bir kişiye geçiş vardı, savaşlardan dönmüş şampiyon Ulyseks, en büyük, kromozomların Muhammed Ali'si, numero uno:

BENDEN Mİ SÖZ EDİYORSUNUZ?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Duvar: Oda, Jean Paul Sartre

Mme Darbedat parmaklarının arasında bir lokum tutuyordu. Lokumu sakına sakına dudaklarına yaklaştırdı, lokumun bulandığı pudra şekeri tozlarının uçuşmasından korktuğu için nefesini tuttu. Kendi kendine Güllü, dedi. Bu billurlaşmış eti birden ısırdı ve ağzının içine beklemiş bir su tadı yayıldı. Hastalık, duyguları nasıl da inceltiyor; ne garip bir şey. Camileri, saygılı Doğuluları düşünmeye başladı (Düğünden sonra balayı gezilerinde Cezayir’e gitmişlerdi) ve solgun dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. Latilokum da saygılıydı. Elinin ayasını kitabının sayfalar üstünde birçok kereler dolaştırması gerekti, çünkü, bütün sakınmalarına karşılık, sayfalara beyaz pudradan bir tabakayla kaplanmıştı. Elleri, düz ve parlak kâğıt üstündeki küçük şeker taneciklerini kaydırıyor, yuvarlıyor, gıcırdatıyordu. Bu bana Arcochon’u, kumsalda kitap okuduğum zamanları hatırlatıyor. 1907 yazını deniz kıyısında geçirmişti. O zaman başında yeşil kurdeleli büyük hasır şapkası vardı, elinde Gyp ya da Colette

Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım, Tutunamayanlar, Oğuz Atay

Evet bu yüzden, yorgunluğumu anlatamıyorum kimseye Olric. Yakınmalarımda ince bir alay görüyorlar. Bu inceliği bana yakıştıranlar tabii cahil insanlar. Ötekilerle artık görüşmüyorum. Darıldım onlara. Onlar bu dargınlığımın farkında değil tabii. Kapıdan çıkıp gidince hemen unutuluyorum. Bir de benimle uğraşacak vakitleri yok. Çünkü uğraşmayadeğmiyorum. Ben de darıldım onlara işte. Yolda,onlardan birini görünce, sıkılarak gülümsüyorum. İçimden geçenleri saklamak istiyorum. Onların içinden ne geçtiğini anlayamıyorum; yüzlerinden belli olmaz ki duyguları. Bu nedenle,yüzlerini görmek içime sıkıntı veriyor. Sıkıntıma onlar sebep oldu sanki. Hepsi de sanki hiçbir şey olmamış gibi rahatça yürüyor yolda. Karşıdan karşıya emin adımlarla geçiyorlar. Günlük yaşayışlarını sürdürüyorlar. Galiba yalnız ben yoruldum. Ve bu yorgunluğumu yaşamak zorundayım. Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben

Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel Garcia Marquez

Ertesi sabah, Kızılderili Cataure'nin evden gitmiş olduğunu gördüler. İçinden bir ses, dünyanın öbür ucuna da gitse bu ölümcül hastalığın peşini bırakmayacağını söylediği için, ablası onunla gitmedi. Visitacion'un telaşına kimse anlam veremiyordu. Jose Arcadio Buendia, işi şakaya vurarak, Ne kadar az uyusak o kadar iyi, dedi, böylece hayattan daha çok kam alırız. Ama Kızılderili kadın, bitkinlik vermediği için hastalığın en korkulacak yanının uykusuzluk olmayıp zamanla daha da beter bir hale geldiğini ve bellek kaybına yolaçtığını uzun uzadıya anlattı. Dediğine göre, hastalanan biri uykusuzluğa alışınca, önce çocukluğundan kalma anıları unutuyordu, giderek eşyaların adını ve neye yaradıklarını bilmez oluyor, sonunda da insanları tanımıyor, kendini bile unutuyor ve geçmişi olmayan bellek yokluğuna uğruyordu. Jose Arcadio Buendia, bunun da Kızılderili batıl inançlarından kaynaklanan hastalıklardan biri olduğunu sanarak katıla katıla güldü. Oysa Ursula, ne olur ne olmaz diyerek, R