Ana içeriğe atla

Bat dünya bat! Tutunamayanlar, Oğuz Atay

Bat dünya bat!
Artık yaşamak istemiyorum Olric. Onların istediği gibi yaşamak istemiyorum. Başım dönüyor Olric. Sabahtan beri hiçbirşey yemediniz efendimiz. Şimdi de içiyorsunuz. Onlar da içiyorlar Olric. Karşılarında oturan kızlara birşeyler anlatı-yorlar. Ben anlatmak, filan falan demek istemiyorum. Sonum geldi Olric. Kendime yeni bir önsöz yazmak istiyorum. Yeni bir dil yaratmak istiyorum. Beni kendime anlatacak bir dil. Çok denediler, efendimiz. Allah’tan, ne denediklerini bilmiyorum, Olric. Hiçbir geleneğin mirasçısı değilim. Olmaz, diyorlar. İsyan ediyorum. Az gelişmiş bir ülkenin fakir bir kültür mirası olurmuş. Bu mirası reddediyorum Olric. Ben Karagöz filan değilim. Herkes birikmiş bizi seyrediyor. Dağılın! Kukla oynatmıyoruz burada. Acı çekiyoruz. Kapı kapı dolaşıp dileniyoruz. Son kapıya geldik. İnsaf sahiplerine sesleniyoruz. Ey insaf sahipleri! Ben ve Olric sizleri sarsmaya geldik. Dünya tarihinde eşi görülmemiş bir duygululukla ve kendini beğenmişçesine ve kendini beğenmişçesine sanki bizden önce birşey söylenmemişçesine gillerden olmaktan korkmadan kapınızı yumrukluyoruz. Dilenciler krallığının en küstah soylusu olarak kişiliğimizi burnunuza dayıyoruz. Dinden imandan çıktık. Deli dervişler gibi saldırıyoruz. Açın kapıyı! Biz geldik! Korkudan dudağınız uçuklamasın. Öyle öfkesi yarıda geçen İngiliz kızgın genç adamları gibi müzikli güldürüler peşinde değiliz. Sizi ağlatmaya ve burnunuzdan getirmeye geldik. Size dünyanın dörtten fazla bucağı olduğunu göstermeye geldik. Bitmez tükenmez sızlanmalarımızla ananızı ağlatmaya niyetliyiz.Ne demek oluyor incitmeden sezdirmeden acıtmadan duyurmadan anlatmak Selim? Salon alkıştan inlesin! Filmin hafiyesi geldi. Kızı atının terkisine aldığı gibi dörtnala çiğneyip salonu birbirine katmaya geldi. Öfkeden boğuluyor; öfkeyle boğmaya geldi. Paçavralar içinde dolaşıyoruz Olric’le birlikte, Mehmet Siyahkalem’in resimlerindeki karasakallı keşküllü pis dilenciler gibi karartıyoruz ortalığı. Şeytanlarla elele verip elektrik süpürgeleriyle tarazlanmış halılarınızın üstünde tepinmeye geldik. Çamurlu ayaklarımızla divanlarınızın yaylarını kırmaya geldik. Yakında bir plağımız çıkıyor. Bütün şoförler çalacak arabalarında. Yaslı gittik şen geldik yedi tepeden geldik aç kapıyı bezirgân bonjur demeden geldik. Gözüm kararıyor Olric: elimden bir kaza çıkacak.Ben Selim’e benzemem. Yanlış adam seçtiler beni bu işe memur etmekle. Ben özel teşebbüsüm Olric. Herkesle birlikte kalkıp herkesle birlikte oturmam. Ben Amerika’yı keşfetmiş adamım. Sağım solum belli olmaz. Doktora filan yapmadan kibrit suyu üretimine başlayıveririm. Elinizde patlarım ulan! Ağzınızı bozmayınız efendimiz. Ben öyle dergi filan çıkarıp adam başına düşen milli gelir masallarıyla avutamam kendimi. Rahmetliye saygısızlık oluyor efendimiz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Duvar: Oda, Jean Paul Sartre

Mme Darbedat parmaklarının arasında bir lokum tutuyordu. Lokumu sakına sakına dudaklarına yaklaştırdı, lokumun bulandığı pudra şekeri tozlarının uçuşmasından korktuğu için nefesini tuttu. Kendi kendine Güllü, dedi. Bu billurlaşmış eti birden ısırdı ve ağzının içine beklemiş bir su tadı yayıldı. Hastalık, duyguları nasıl da inceltiyor; ne garip bir şey. Camileri, saygılı Doğuluları düşünmeye başladı (Düğünden sonra balayı gezilerinde Cezayir’e gitmişlerdi) ve solgun dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. Latilokum da saygılıydı. Elinin ayasını kitabının sayfalar üstünde birçok kereler dolaştırması gerekti, çünkü, bütün sakınmalarına karşılık, sayfalara beyaz pudradan bir tabakayla kaplanmıştı. Elleri, düz ve parlak kâğıt üstündeki küçük şeker taneciklerini kaydırıyor, yuvarlıyor, gıcırdatıyordu. Bu bana Arcochon’u, kumsalda kitap okuduğum zamanları hatırlatıyor. 1907 yazını deniz kıyısında geçirmişti. O zaman başında yeşil kurdeleli büyük hasır şapkası vardı, elinde Gyp ya da Colette

Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım, Tutunamayanlar, Oğuz Atay

Evet bu yüzden, yorgunluğumu anlatamıyorum kimseye Olric. Yakınmalarımda ince bir alay görüyorlar. Bu inceliği bana yakıştıranlar tabii cahil insanlar. Ötekilerle artık görüşmüyorum. Darıldım onlara. Onlar bu dargınlığımın farkında değil tabii. Kapıdan çıkıp gidince hemen unutuluyorum. Bir de benimle uğraşacak vakitleri yok. Çünkü uğraşmayadeğmiyorum. Ben de darıldım onlara işte. Yolda,onlardan birini görünce, sıkılarak gülümsüyorum. İçimden geçenleri saklamak istiyorum. Onların içinden ne geçtiğini anlayamıyorum; yüzlerinden belli olmaz ki duyguları. Bu nedenle,yüzlerini görmek içime sıkıntı veriyor. Sıkıntıma onlar sebep oldu sanki. Hepsi de sanki hiçbir şey olmamış gibi rahatça yürüyor yolda. Karşıdan karşıya emin adımlarla geçiyorlar. Günlük yaşayışlarını sürdürüyorlar. Galiba yalnız ben yoruldum. Ve bu yorgunluğumu yaşamak zorundayım. Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben

Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel Garcia Marquez

Ertesi sabah, Kızılderili Cataure'nin evden gitmiş olduğunu gördüler. İçinden bir ses, dünyanın öbür ucuna da gitse bu ölümcül hastalığın peşini bırakmayacağını söylediği için, ablası onunla gitmedi. Visitacion'un telaşına kimse anlam veremiyordu. Jose Arcadio Buendia, işi şakaya vurarak, Ne kadar az uyusak o kadar iyi, dedi, böylece hayattan daha çok kam alırız. Ama Kızılderili kadın, bitkinlik vermediği için hastalığın en korkulacak yanının uykusuzluk olmayıp zamanla daha da beter bir hale geldiğini ve bellek kaybına yolaçtığını uzun uzadıya anlattı. Dediğine göre, hastalanan biri uykusuzluğa alışınca, önce çocukluğundan kalma anıları unutuyordu, giderek eşyaların adını ve neye yaradıklarını bilmez oluyor, sonunda da insanları tanımıyor, kendini bile unutuyor ve geçmişi olmayan bellek yokluğuna uğruyordu. Jose Arcadio Buendia, bunun da Kızılderili batıl inançlarından kaynaklanan hastalıklardan biri olduğunu sanarak katıla katıla güldü. Oysa Ursula, ne olur ne olmaz diyerek, R