Ana içeriğe atla

Baştan Çıkarıcının Günlüğü, Sören Kiekergard




O anı öpücüklerle, sarılmalarla, olgunlaşmamış beklentilerle (bunun için bana teşekkür borçlusun) berbat etmedik cordelia'cığım. ben tersini yapmaya çalışıyorum, daha derin bir yara açmak için geriyorum aşk yayını. bir okçu gibi, yayın telini gevşetiyor, sonra yine geriyorum, şarkısını dinliyorum - marşımdır o benim- ama nişan almıyorum henüz, oku yaya takmadım bile daha.
...
Ruhum gerilmiş bir yay gibi ayarlı,düşüncelerim oklar gibi hazır duruyor kılıfta ama kana karıştırabilecekleri zehir yok uçlarında.
...
O farkında olmadığı sürece kendimle çelişkiye düşmekten korkmam ve istediğim şeyi başarırım. bırakın akademik müzakereciler övünsün hiçbir çelişkiye düşmemekle; bir genç kızın yaşamı, çelişkilerden uzak kalmayacak kadar çok zengindir, bu da çelişkiyi gerekli kılar.
...
Erkek gücü üzerine bulanık bir tül gibi aldatıcı şekilde gelen bir hüzün, erkek erotizminin bir parçasıdır. kadında buna denk düşen nitelik ise bir tür melankolidir.
...
Parmağımı varoluşa batırıyorum — hiçbirşey kokmuyor. neredeyim? dünya denilen bu şey nedir? beni buraya kandıran ve şimdi burada bırakan kimdir? dünyaya nasıl geldim? niçin bana danışılmadı?'
...
Mükemmel aşk, insanın kendisini mutsuz edecek kişiyi sevmesidir.
...
İnsanda iyi olan ne varsa acı ondan doğmuştur.
...
Eğer yasaklamanın arzuyu uyandırdığı düsünülurse; birey görmezden gelme yerine bilgiye ulaşabilir, bu durumda adem özgürlüğün bilgisine sahip olmalıydı, çünkü arzusu onu kullanmak uzerineydi. Yasaklama onda endişe (anxiety) yaratıyor; çünkü aynı yasaklama kişinin özgür seçimindeki olasılıkları göz önüne getiriyor. Hiçbir şeye sahip olmamaktan doğan masumiyetteki endişe yerini başka bir endişeye bırakıyor: Herhangi bir şeyi yapabilme endişesi. Ne yapabileceğine dair hiçbir fikri yok çünkü…

Endişe baş dönmesiyle birlikte değerlendirilebilir. Büyük bir boşluğa bakmak zorunda kalan bireyin başı döner… Onun endişesi özgürlüğün baş dönmesidir… İşte tam o anda herşey kendini değişime bırakır, ve özgürlük yeniden ayağa kalktığında kendi suçluluğunun farkına varır. İşte bu iki moment arasında büyük bir uçurum vardır; öyle ki bu uçurumu hiçbir bilim açıklayamadı ve hiçbir bilim açıklayamayacak…

Bir kişi bir yandan hatırlaması gereken bir şey olmasını umut eder sürekli... diğer yandan umut etmesi gereken bir şeyi getirir aklına hep.... sonuç olarak umduğu şey geçmişte kalır, hatırladığı şey ise gelecektedir... bu kişi daima hedefine hem çok yakındır, hem de uzak; o anda onu mutsuz eden şeyin ne olduğunu fark eder, çünkü o an o şeye sahiptir, diğer bir deyişle, bu kişi böyle bir mizaca sahip olduğu için, birkaç sene önce buna sahip olmuş olsaydı, bu kesinlikle onu mutlu edecek bir şey olacaktı, ancak o zamanlar da buna sahip olmadığı için mutsuzdu.

Ruhum öyle ağır ki hiçbir düşünce artık onu yükseltemez ne de kanat vuruşlarım onu sonsuzluğun içine çekemez. herhangi bir şey onu kımıldatmazsa sadece yeryüzünde kalır, fırtınadan önce alçakta uçan bir kuş gibi. ezicilik ve kaygı iç dünyamın üzerine çöküyor.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Duvar: Oda, Jean Paul Sartre

Mme Darbedat parmaklarının arasında bir lokum tutuyordu. Lokumu sakına sakına dudaklarına yaklaştırdı, lokumun bulandığı pudra şekeri tozlarının uçuşmasından korktuğu için nefesini tuttu. Kendi kendine Güllü, dedi. Bu billurlaşmış eti birden ısırdı ve ağzının içine beklemiş bir su tadı yayıldı. Hastalık, duyguları nasıl da inceltiyor; ne garip bir şey. Camileri, saygılı Doğuluları düşünmeye başladı (Düğünden sonra balayı gezilerinde Cezayir’e gitmişlerdi) ve solgun dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. Latilokum da saygılıydı. Elinin ayasını kitabının sayfalar üstünde birçok kereler dolaştırması gerekti, çünkü, bütün sakınmalarına karşılık, sayfalara beyaz pudradan bir tabakayla kaplanmıştı. Elleri, düz ve parlak kâğıt üstündeki küçük şeker taneciklerini kaydırıyor, yuvarlıyor, gıcırdatıyordu. Bu bana Arcochon’u, kumsalda kitap okuduğum zamanları hatırlatıyor. 1907 yazını deniz kıyısında geçirmişti. O zaman başında yeşil kurdeleli büyük hasır şapkası vardı, elinde Gyp ya da Colette

Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım, Tutunamayanlar, Oğuz Atay

Evet bu yüzden, yorgunluğumu anlatamıyorum kimseye Olric. Yakınmalarımda ince bir alay görüyorlar. Bu inceliği bana yakıştıranlar tabii cahil insanlar. Ötekilerle artık görüşmüyorum. Darıldım onlara. Onlar bu dargınlığımın farkında değil tabii. Kapıdan çıkıp gidince hemen unutuluyorum. Bir de benimle uğraşacak vakitleri yok. Çünkü uğraşmayadeğmiyorum. Ben de darıldım onlara işte. Yolda,onlardan birini görünce, sıkılarak gülümsüyorum. İçimden geçenleri saklamak istiyorum. Onların içinden ne geçtiğini anlayamıyorum; yüzlerinden belli olmaz ki duyguları. Bu nedenle,yüzlerini görmek içime sıkıntı veriyor. Sıkıntıma onlar sebep oldu sanki. Hepsi de sanki hiçbir şey olmamış gibi rahatça yürüyor yolda. Karşıdan karşıya emin adımlarla geçiyorlar. Günlük yaşayışlarını sürdürüyorlar. Galiba yalnız ben yoruldum. Ve bu yorgunluğumu yaşamak zorundayım. Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben

Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel Garcia Marquez

Ertesi sabah, Kızılderili Cataure'nin evden gitmiş olduğunu gördüler. İçinden bir ses, dünyanın öbür ucuna da gitse bu ölümcül hastalığın peşini bırakmayacağını söylediği için, ablası onunla gitmedi. Visitacion'un telaşına kimse anlam veremiyordu. Jose Arcadio Buendia, işi şakaya vurarak, Ne kadar az uyusak o kadar iyi, dedi, böylece hayattan daha çok kam alırız. Ama Kızılderili kadın, bitkinlik vermediği için hastalığın en korkulacak yanının uykusuzluk olmayıp zamanla daha da beter bir hale geldiğini ve bellek kaybına yolaçtığını uzun uzadıya anlattı. Dediğine göre, hastalanan biri uykusuzluğa alışınca, önce çocukluğundan kalma anıları unutuyordu, giderek eşyaların adını ve neye yaradıklarını bilmez oluyor, sonunda da insanları tanımıyor, kendini bile unutuyor ve geçmişi olmayan bellek yokluğuna uğruyordu. Jose Arcadio Buendia, bunun da Kızılderili batıl inançlarından kaynaklanan hastalıklardan biri olduğunu sanarak katıla katıla güldü. Oysa Ursula, ne olur ne olmaz diyerek, R