Ana içeriğe atla

Genç Werther'in Acıları,Goethe

Yüz defa elime bir bıçak alıp sıkışan yüreğimi soluklandıracaktım. Aşırı koşturulmaktan dayanılmaz biçimde hararetlenince güdüsel olarak damarlarını ısıran ve böylece soluklanan safkan atlardan söz edilir.,çoğunlukla kendimi duyumsayışım böyledir. Bir kan damarı açmak istiyorum, bana sonsuz özgürlüğü verecek.
...

"Onu bana ver!" diye Tanrıya yalvaramıyorum. Ama çok zaman onu benim sanıyorum. "O benim olsun!" diyemiyorum, çünkü o başkasının. Acılarımla alay ediyorum. Gönlümü kendi haline bıraksam, birbirine en yakın duygular bir araya gelecek.

24 Kasım
Neler çektiğimi o da anlıyor. Bugün bana öyle bir baktı ki, bakışı kalbimin en derin yerine işledi. Onu odasında yalnız buldum. Bir şey söylemedim. O da yalnızca bana bakıyordu. Ondaki çekici güzelliği, yüzünde parlayan ruh yüceliğini görmüyordum artık. Bütün bunlar gözümün önünde silinmişti. Çok daha etkin bir bakışla beni büyülemişti. Bu bakış, candan bir acıma, tatlı bir ürperme doluydu. Niçin ayaklarına kapanmıyordum? Niçin boynuna atılıp bu bakışa binlerce öpücükle cevap vermiyordum? Çareyi piyanoya kaçmakta buldu. Hem çaldı, hem de hafif ve tatlı sesiyle güzel güzel söyledi. Dudakları bana hiç böyle güzel görünmemişti. Sanki bu dudaklar, piyanodan çıkan tatlı sesleri emmek için iştahla aralanmıştı. Yalnız bu seslerin gizli yankısı o güzel ağızdan duyuluyor gibiydi. Ah, ne olur, sana bunları duyduğum gibi anlatabilseydim! Daha fazla dayanamadım. Başımı önüme eğdim ve yemin ettim: Ey, üstünde meleklerin uçuştuğu dudaklar, size bir öpücük kondurmaya hiçbir zaman cüret etmeyeceğim. Ama, bunu istiyorum da... Fakat görüyor musun? Onu lekelemek kaygısı bir duvar gibi karşıma dikiliyor. Sonra bunun günahını çekmek de var. Günah mı?

26 Kasım
Bazen kendi kendime şöyle diyorum: Bu alınyazısı yalnız sana vergi. Senden başka herkes mesut. Hiç kimse böylesine acı çekmemiştir. Sonra eski bir şairi okuyorum ve kendi kalbimin içini görüyormuş gibi oluyorum. Derdim çok büyük. Benden önce bu kadar çok acı çeken olmuş mudur acaba?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Duvar: Oda, Jean Paul Sartre

Mme Darbedat parmaklarının arasında bir lokum tutuyordu. Lokumu sakına sakına dudaklarına yaklaştırdı, lokumun bulandığı pudra şekeri tozlarının uçuşmasından korktuğu için nefesini tuttu. Kendi kendine Güllü, dedi. Bu billurlaşmış eti birden ısırdı ve ağzının içine beklemiş bir su tadı yayıldı. Hastalık, duyguları nasıl da inceltiyor; ne garip bir şey. Camileri, saygılı Doğuluları düşünmeye başladı (Düğünden sonra balayı gezilerinde Cezayir’e gitmişlerdi) ve solgun dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. Latilokum da saygılıydı. Elinin ayasını kitabının sayfalar üstünde birçok kereler dolaştırması gerekti, çünkü, bütün sakınmalarına karşılık, sayfalara beyaz pudradan bir tabakayla kaplanmıştı. Elleri, düz ve parlak kâğıt üstündeki küçük şeker taneciklerini kaydırıyor, yuvarlıyor, gıcırdatıyordu. Bu bana Arcochon’u, kumsalda kitap okuduğum zamanları hatırlatıyor. 1907 yazını deniz kıyısında geçirmişti. O zaman başında yeşil kurdeleli büyük hasır şapkası vardı, elinde Gyp ya da Colette

Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım, Tutunamayanlar, Oğuz Atay

Evet bu yüzden, yorgunluğumu anlatamıyorum kimseye Olric. Yakınmalarımda ince bir alay görüyorlar. Bu inceliği bana yakıştıranlar tabii cahil insanlar. Ötekilerle artık görüşmüyorum. Darıldım onlara. Onlar bu dargınlığımın farkında değil tabii. Kapıdan çıkıp gidince hemen unutuluyorum. Bir de benimle uğraşacak vakitleri yok. Çünkü uğraşmayadeğmiyorum. Ben de darıldım onlara işte. Yolda,onlardan birini görünce, sıkılarak gülümsüyorum. İçimden geçenleri saklamak istiyorum. Onların içinden ne geçtiğini anlayamıyorum; yüzlerinden belli olmaz ki duyguları. Bu nedenle,yüzlerini görmek içime sıkıntı veriyor. Sıkıntıma onlar sebep oldu sanki. Hepsi de sanki hiçbir şey olmamış gibi rahatça yürüyor yolda. Karşıdan karşıya emin adımlarla geçiyorlar. Günlük yaşayışlarını sürdürüyorlar. Galiba yalnız ben yoruldum. Ve bu yorgunluğumu yaşamak zorundayım. Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben

Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel Garcia Marquez

Ertesi sabah, Kızılderili Cataure'nin evden gitmiş olduğunu gördüler. İçinden bir ses, dünyanın öbür ucuna da gitse bu ölümcül hastalığın peşini bırakmayacağını söylediği için, ablası onunla gitmedi. Visitacion'un telaşına kimse anlam veremiyordu. Jose Arcadio Buendia, işi şakaya vurarak, Ne kadar az uyusak o kadar iyi, dedi, böylece hayattan daha çok kam alırız. Ama Kızılderili kadın, bitkinlik vermediği için hastalığın en korkulacak yanının uykusuzluk olmayıp zamanla daha da beter bir hale geldiğini ve bellek kaybına yolaçtığını uzun uzadıya anlattı. Dediğine göre, hastalanan biri uykusuzluğa alışınca, önce çocukluğundan kalma anıları unutuyordu, giderek eşyaların adını ve neye yaradıklarını bilmez oluyor, sonunda da insanları tanımıyor, kendini bile unutuyor ve geçmişi olmayan bellek yokluğuna uğruyordu. Jose Arcadio Buendia, bunun da Kızılderili batıl inançlarından kaynaklanan hastalıklardan biri olduğunu sanarak katıla katıla güldü. Oysa Ursula, ne olur ne olmaz diyerek, R