Ana içeriğe atla

Körleşme,Elias Canetti



Önce körlüğünü giyinmesi bitene dek uzattı. Sonra sonra yazı masasının yanına gözleri kapalı gitmeyi de başardı. Oraya gelene dek ardında kalan eşyaları görmediğinden, çalışmaya oturduğunda kafasının onlara takılması sakıncası da ortadan kalkıyordu. Yazı masasının başına geçer geçmez gözlerine özgürlüklerini geri veriyordu. Yine ışığa kavuşmuş olmanın sevinci, gözlerinin hareketlerine daha büyük bir kıvraklık kazandırıyordu. Belki de Kien'in büyük bir cömertlikle sunduğu dinlenme süresi, gözleri için güç kaynağı oluyordu. Bu arada Kien onları yalnızca verimli oldukları alanlarda, yani okuma ve yazmada kullanarak beklenmedik saldırılardan koruyordu. Gerek duyduğu kitapları raflardan gözü kapalı alıyordu. Başlangıçta kendisi de güldü bu şakayı andıran davranışlarına. Kaç kez elini yanlış kitaba atıp, gözleri kapalı ve her şeyden habersiz masasına geri döndüğü oldu. Ancak ondan sonradır ki elini sağ yanda aradığı kitabın üç cilt, ya da sol yanda aradığının bir cilt ötesine uzattığını, bazen de yanlışlıkla ta bir alttaki rafta dek kaydırdığını anladı. Ama bu gibi yanılgılara önem vermiyordu. Sabretmesini bilen bir insan olduğundan, ikinci bir kez yola koyulmasının hiçbir sakıncası yoktu. Ayrıca kitabı yerinden aldıktan sonra, henüz masasının yanına dönmeden adına, cilt sırtına şöyle belli belirsiz bir göz atma isteği duyması da pek ender karşılaştığı bir olay değildi. Böyle zamanlarda gözünü kırpıyor, fazla fazla gözünü bir an için bakmak istediği yere dikip, bunun hemen ardından yine kapatıveriyordu. Ama çoğunlukla kendini tutmayı başarıyor ve gözlerini açık tutmanın herhangi bir sakınca doğurmadığı yazı masasının başına gelene kadar bekleyebiliyordu.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Duvar: Oda, Jean Paul Sartre

Mme Darbedat parmaklarının arasında bir lokum tutuyordu. Lokumu sakına sakına dudaklarına yaklaştırdı, lokumun bulandığı pudra şekeri tozlarının uçuşmasından korktuğu için nefesini tuttu. Kendi kendine Güllü, dedi. Bu billurlaşmış eti birden ısırdı ve ağzının içine beklemiş bir su tadı yayıldı. Hastalık, duyguları nasıl da inceltiyor; ne garip bir şey. Camileri, saygılı Doğuluları düşünmeye başladı (Düğünden sonra balayı gezilerinde Cezayir’e gitmişlerdi) ve solgun dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. Latilokum da saygılıydı. Elinin ayasını kitabının sayfalar üstünde birçok kereler dolaştırması gerekti, çünkü, bütün sakınmalarına karşılık, sayfalara beyaz pudradan bir tabakayla kaplanmıştı. Elleri, düz ve parlak kâğıt üstündeki küçük şeker taneciklerini kaydırıyor, yuvarlıyor, gıcırdatıyordu. Bu bana Arcochon’u, kumsalda kitap okuduğum zamanları hatırlatıyor. 1907 yazını deniz kıyısında geçirmişti. O zaman başında yeşil kurdeleli büyük hasır şapkası vardı, elinde Gyp ya da Colette

Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım, Tutunamayanlar, Oğuz Atay

Evet bu yüzden, yorgunluğumu anlatamıyorum kimseye Olric. Yakınmalarımda ince bir alay görüyorlar. Bu inceliği bana yakıştıranlar tabii cahil insanlar. Ötekilerle artık görüşmüyorum. Darıldım onlara. Onlar bu dargınlığımın farkında değil tabii. Kapıdan çıkıp gidince hemen unutuluyorum. Bir de benimle uğraşacak vakitleri yok. Çünkü uğraşmayadeğmiyorum. Ben de darıldım onlara işte. Yolda,onlardan birini görünce, sıkılarak gülümsüyorum. İçimden geçenleri saklamak istiyorum. Onların içinden ne geçtiğini anlayamıyorum; yüzlerinden belli olmaz ki duyguları. Bu nedenle,yüzlerini görmek içime sıkıntı veriyor. Sıkıntıma onlar sebep oldu sanki. Hepsi de sanki hiçbir şey olmamış gibi rahatça yürüyor yolda. Karşıdan karşıya emin adımlarla geçiyorlar. Günlük yaşayışlarını sürdürüyorlar. Galiba yalnız ben yoruldum. Ve bu yorgunluğumu yaşamak zorundayım. Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben

Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel Garcia Marquez

Ertesi sabah, Kızılderili Cataure'nin evden gitmiş olduğunu gördüler. İçinden bir ses, dünyanın öbür ucuna da gitse bu ölümcül hastalığın peşini bırakmayacağını söylediği için, ablası onunla gitmedi. Visitacion'un telaşına kimse anlam veremiyordu. Jose Arcadio Buendia, işi şakaya vurarak, Ne kadar az uyusak o kadar iyi, dedi, böylece hayattan daha çok kam alırız. Ama Kızılderili kadın, bitkinlik vermediği için hastalığın en korkulacak yanının uykusuzluk olmayıp zamanla daha da beter bir hale geldiğini ve bellek kaybına yolaçtığını uzun uzadıya anlattı. Dediğine göre, hastalanan biri uykusuzluğa alışınca, önce çocukluğundan kalma anıları unutuyordu, giderek eşyaların adını ve neye yaradıklarını bilmez oluyor, sonunda da insanları tanımıyor, kendini bile unutuyor ve geçmişi olmayan bellek yokluğuna uğruyordu. Jose Arcadio Buendia, bunun da Kızılderili batıl inançlarından kaynaklanan hastalıklardan biri olduğunu sanarak katıla katıla güldü. Oysa Ursula, ne olur ne olmaz diyerek, R